Mektup

GECE 02.17 MEKTUPLARI III-Songül USLU

 

                                                                                                                                        29.03.2022

 

Düşsel Yanılgım,

Uzun bir aradan sonra bana hiç kapatmadığın ama asla tam anlamıyla da açmadığın o aralık kapının arasından bir ışık hüzmesi gibi süzülerek sana geldim, mezarına. Seninle ne zamandan beridir böyle uzağız hesap ettim. Bin yedi yüz on sekiz gün olmuş. Anımsamam zor -her şey daha dün olmuş gibi- ama bildiğim bir şey varsa o da etimle, kemiğimle ve ruhumla nasıl bu kadar iç içeyken ansızın birbirimize bu kadar uzak düştüğümüz. Ansızınlar hep karanlıktır zaten. Ansızınlar beni hep sızlatır. O kadar iç içe ve o kadar bir bütündük ki seninle, öylesine çok tanıdık ki birbirimizi ve yine öylesine örülmüştük ki birbirimize, sonumuzun böyle talihsiz olacağı belliydi işte. Böylece iki hasrete dönüştük seninle. Annem; hep insanın kendisini, insanın bir başka insanı, bir başka yeri çok iyi tanımasının uzaklık ve ayrılık getireceğini söylerdi. Sebebini kendi içimde çok düşündüm ve sonunda hak verdim anneme. Uzaklığın olması için önce yakınlık gerekti insana ve aynı şekilde birinin gözlerinin önünde mezara dönüşmesinin nedeni de tanışıklıktan geçerdi. Her tanışıklık acı mı getirir? Uzağın en uzağı mıdır hep kaderim? Mezar taşın hissiz, sorularıma cevap vermiyor.

Öyleyse sevdiğim, öyleyse canım, öyleyse, işte sen ve ben, yani biz, et ve kemik gibiyken, öylecesi olmadan böylece birbirimize uzak kaldık. Ağrılı bir ıkınmayla birlikte ıslak bir rahmin ağzından gerçekliğe düştük. Kesildik. Yorgun kıyısı olduk kendimizin.

Sana ağlamamak, sana küsmemek, sana varmamak, sana ulaşmamak, sana gelmemek, senden geçmemek ve bir an olsun yokluğunu göğsümün üzerinde dayanılmaz bir ağırlık gibi taşımamak için ne kadar uğraştım bilemezsin. Belki de bilirsin. Bilemem. Sana tam anlamıyla gelmemem ama senden tam anlamıyla da gitmemem için bıraktığın o aralık kapıdan bana dair neler gördün, neler biliyorsun kestiremem. Ama o kapıdan çok ümit bekledim ben. O aralığa, bir ömür sığdırdım da seni bir gün daha hayatta tutamadım. Seni yitirdim. Ansızın. Sızım sızım sızladı milattan önceden kalmış canım. Kurulan bütün iyi cümlelerin hemen ardından “ama”lı cümleler kurmaya başladım. Puslu bir yalnızlıkla yolumu bulmaya çalıştım ve tünelin ucundaki ışık, senin aralık bıraktığın kapıydı.

Beni, bana öylesine körleştirdin ki uzun süre hiçbir şey yapamaz duruma geldim. Yokluğuna hiç hazırlamamıştın beni. Körleştiğim tüm yanlarımla kendimi o kadar kanattım ki daha önce hiçbir körlüğün bu kadar keskin olmadığını gördüm. Bende bana dair kabul etmedikleri, reddettikleri, iğrenerek baktıkları ve bir türlü benimsemedikleri tüm o yanlarım, en çok da kusurlarım için gecelerce sorguladım kendimi. Bir gün, çok sancılı bir gecede, dört yanım adeta ateşler içinde kuşatılmışçasına yatağımda kıvranırken bana benden başka sarılacak kimsem yokken ve hissettiğim keder göğsümü o gece de yine vahşice hırpalıyorken durdum ve Allah’a şöyle dedim: Allah’ım, en nihayetinde ben peygamber değilim, hata yapmaya ve kusurlu olmaya çok meyilliyim. Beni böyle nasıl bırakırsın? Onu benden nasıl alırsın? Toprak nasıl çamur olabiliyorsa insan da günahkâr olur.  Günahkâr oldum seni özlemek nöbetlerinde. Göğe bile sırt döndüm.

Sonrası yok. Sonrasını hatırlamıyorum. Muhtemelen söylediklerimden dolayı yine büyük bir günaha girmiştim çünkü seni bir daha rüyamda bile göremedim.

Bu yüzden benim güzel canım, söyle kedere ve hüzne, gelip yerleşebilecekleri bir yürek kalmadı artık bedenimde. Ömründen geriye bir tek alı kalmış bir insan daha dünyadayken cehennemin o görkemli dibini görmüştür. Günahkâr olsam kaç yazar? Cehennem korkusunu içimde büyütmeye çalışsam neye yarar?

Sevgili Yanılgım,

Beni görüp bana tutunmanı çok bekledim. Beklemekten öte hep çok istedim. Yoğun bakım ünitesinde saçların senden habersiz dökülürken ben gözlerini açma sabırsızlığındaydım. Ben sabretmeyi ilk kez saçlarımı uzatmayı çok istediğimde öğrendim. Sabırla beklemem gereken en zor zamanlar senin varlığına yaralı bir hayvan gibi muhtaç olduğum zamanlardı. Umarsızdım, kan kaybediyordum, senin şifalı ellerinin vereceği, dokunacağı, yaralarımı saracağı o sevgiye muhtaçtım. O sevginin sende olduğunu biliyordum. Zaman geçti, sabretmeyi öğrendim, sen konusunda yanıldığımı fark ettim çünkü bana tutunmadın. Ellerimi hiçbir zaman bırakmayacağına söz vermiştin üstelik.

Saçlarımla birlikte tırnaklarım da uzadı. Tırnaklarımı iki gün aralıklarla toplamda yirmi kez kestim. Kırkı çıktı bedeninin de üstümden geçmedi uykusuz günlerinin yası. Kusurlarım büyüdü. Yokluğunla virane ettiğin yüreğimin ahı büyüdü. Yaralarım büyüdü ama asla iyileşmedi. Sinsi bir yağmur gelip yaralarıma dokundu. Sen hiç dokunmadın. Sonra anladım ki senin bana o aralık kapıdan uzattığın ellerinde yalnızca beni bana kırdıran acımasız bir yokluk vardı. Artık aynı gezegende bile değildik.

Seni aldım, beni bana kırdıran o öfkemle, acımasız sensizliğimle birlikte ruhuma açtığım o oyuğa yerleştirdim. O oyuğu, sana ev yaptım. Koca kâinatı sığdırdığım o eve bir tek seni sığdıramadım. Öyle yoktun ki duvarlarda gölgen bile çıkmadı.

Şimdi bana diyeceksin ki öyleyse neden geldin mezarıma? Madem ben bu kadar acımasızdım, madem bu kadar kötüydüm, madem ki benim ellerimde sadece seni sana, seni bana, seni insanlara, seni dünyaya, seni Allah’a kırdıran bir tek bu zehirli yokluğum vardı, şimdi öyleyse niye, neden buradasın? Yanılgım, yaralı bir hayvanın yürek burkan o iniltili ve hırıltılı nefesini andıran bir şekilde karşılık vereceğim: Canım, ben zaten çirkinim ama sensiz hem çirkinim hem eksiğim. O hastane odasının aralığından sana baktığımda öğrendiğim en acı şey de buydu. Ben aslında kendime dair tüm kusurları ve kötülükleri benimsemiştim. İşin aslı onları seviyordum da. Sen beni o kadar güzel sevdin ki ve ben o kadar güzel olduğuma inandım ki kusurlarıma da sırt döndüm. Şimdi dünya sırtımda çok ağır ve ben kamburum. Çirkinim ve insan kalan tüm yanlarımı satmaya hazırım. Yüzüm hep toprağa dönüktür ve attığım her adımda toprağa biraz daha batarım. Ben göğsünü yüzüne asıp taşıyanlardanım.  Canım, ben bugün aramızda duran o kapıyı sonuna kadar açtım ve işte sana muhtacım. Pörsümüş göğsünden akan merhamete ve bedenindeki çatlaklara kadar sana muhtacım.

Odamın pencereleriyle birlikte, topladığım saçlarımı da açtım. Artık tamamen savunmasızım. İçeriye dolan temiz havayı ciğerlerime soluyamayacak kadar da yorgunum. Hayatı seviyorum ama hayat nasıl yaşanır bilmiyorum. Seni seviyorum ama seninle kavuşur muyuz, bilmiyorum.

Yaşamak avuçlarımda soluyor. Yeşilim kalmadı ağaçlarımda. Ama bir yerlerde filizlenen tohumların o taze kokusunu alıyorum, ciğerlerime doluyor. Ne zaman bu kokuya inansam kendimi aynı köşede biraz daha ölümü düşünürken bulsam da umudum büyük.

Bütün kapılar ve bütün aralıklardan hasretle.

Seni sadece özlüyorum.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu