GECE 02.17 MEKTUPLARI IV-Songül USLU
GECE 02.17 MEKTUPLARI IV
Songül USLU
30.07.2022
Düşsel Yanılgım,
Saatler henüz günün ortasına ulaşmadı, çiçekler sulanmadı ve keyif kahvaltıları için sofralar kurulmadı, henüz işe deyip çıkanlar çalışmaya başlamadı. Perdem hafifçe kıpırdıyor, kalemim bu kez kararlı, seni yazmayı bitirmek için oturuyorum; dökülecek yer bir mektup.
Plakta bana destek olan sevdiğim şarkılar, içinde senin sevdiklerin de var. Sezen Aksu’yu dinliyorum.
“Uzak diyarlarda evli barklı, mutluluk en çok onun hakkı.” diyor.
Temmuzun laneti bu, hâlâ sen varsın bende, bizde. Bir yerlerde yuvanı kurmuş olabileceğini hayal ediyorum. Bir kızın olduğunu ve muhteşem bir baba olduğunu, her gece ona masallar okuduğunu. Kalemi bırakıp sesleniyorum sokağa:
“Uzak diyarlarda evli barklı, mutluluk en çok onun hakkı, evlenip barklandın mı bilmem ama uzaklarda olman bile yeterince acıttı canımı.”
Bu bir özür mektubu, sana asla ulaşamayacak olan ve postaya verilse adresi olmayan. Senden, ailenden ve ıstırabından. Annenin gözlerine baktığımda durmayan yaşımdan, babana sarılmak isteyip de sarılamayışımdan. Özür dilemeli, dilemeli ama nasıl başlamalı yazmaya?
Hasretle bakıyorum seninle oturmuş olanlara, her anında olmayışım omuzumda koca bir yük hâlâ.
Temmuzdan özür dilemeliyim önce, böyle sıcak bir temmuz gününde beni üşüten yorgandan özür dilemeliyim. Pamuk yastıkta uyurken, kafama çivi gibi batan temmuzdan ve 30’undan özür dilemeliyim.
Rüyalarımda hâlâ o yeşil koltuğun kenarındasın, hiçbir şeye sahip olmak istemeyişin beni yalnızlığımın balkonundan boşluğa atıyor, senin süzüldüğün semada nefes almak artık çok zor. Oysa çocukluğuna tanığım; burası, bu kahverengi ev, bu bahçe, şu ardıç ağacı, her defasında kırdığımız şu tozlu cam. Annenin bakamadığı bu sokak, babanın yürüyemediği bu yol. Şen kahkahana, devirdiğin gözlerine, çaldığımız üzümlere ve okul üniformana.
Herkes tanıdık bakışlarına. Hepsi tanıyor gözlerini. İzin kalmış mı diye bakıyorum bazen, bir gömleğin var sadece. Kalbi kırık bir gömleğin var. İç cebinde sadece sana yazdığım ilk mektubu sakladığın, ceplerine bulaşan mavi mürekkebe rağmen haftada en az bir kez giydiğin. O gömleğinden özür dilemeliyim. Sadece bir fotoğrafın var bende, sevimli bir kedi elinde, bunun için de özür dilemeliyim. Çocukluğunun her anında seni izlediğim hâlde birkaç fotoğraf daha biriktiremeyişimden ve zihnimden siliniyor olmandan da özür dilemeliyim.
Elinde ince bir değnek, boynun hep bir bükük, gözlerin hep buğulu… Hatıramda kalan son görüntün. Keşke, diyorum. Keşke bu kadar yoksul geçmeseydi ilk gençliğimiz.
Arkadaşlarından özür dilemeliyim, kimseyle seni konuşamayışımdan seni unuttum sandılar.
Viyan, yokluğunla geçen üç yılda güzel bir genç kız oldu, elleri seninki gibi zarif ve ince. Kirpiklerinin hâlâ birbirinden farklı oluşu doğduğu zamanı hatırlatıyor bana. Nasıl hoşumuza giderdi; birinin siyah birinin turuncumsu oluşu.
Erkek kardeşin çok büyüdü. Bakışları senin bakışların, hepinizde babanızın duruşu, tavrı. Özür dilemeliyim kardeşlerinden, yoklukla varlık arasında sıkışıp kalmış bazı ruhların ölümsüz olduğunu söyleyemediğim için özür dilemeliyim. Artık o yok ama ben varım diyemediğim için. Onunla yok oldu varlığımızın çoğu diyemediğim için.
Sana gelişlerin yolları 30 Temmuz’da kilitlendi, seni özlememek için yapılan köprüler o tarihte yıkıldı. Döndüğüm her kavşak, bedenim de sarsılırcasına bir yara açtı. Yaklaştım ama uzaklaştım. Seni nasıl bildiğimizi sorduğunda imam, bilmiyormuşuz diyemeyişimden özür dilerim. Bilmiyormuşuz ki o kendini bilmediği bir yere doğru savurdu. Bilmiyormuşuz ki o bildikleri arasından vefalı toprağa doğru koştu. Bilmiyormuşuz ki o artık bilinmezlik oldu.
Öğretmenlerinden özür dilemeliyim, onlar seni ilmek ilmek dokurken senin kafanda başka coğrafyaların haritası. Sen yeni bir dil öğrenmek isterken, ana dilinde anlaşılmayışından bahsetmek isterim onlara. Her bir kelime arayışında sözlükler dolusu acıyı kucaklayışından bahsetmek isterim. Özür dilemeliyim, herkes konuşurken bilmedikleri hakkında, bildiklerimi anlatmadığım için.
Aklım seni anlamamakta ısrarlı. Gecenin kaçıydı yatağından kalktığında, kaç gece uykusuz kaldın acaba?
Özür dilemeli gözlerinden, güneşte kısılan ve her baktığımda başka dünyaların kapılarını açan.
Bu yükü omuzlara veren bedeninden ve insan selinin üzerinde sallanan salından…
Senden özür dilemeliyim ama nerden başlayacağımı öğrenemedim hâlâ. Geç de kaldım sanırım, artık söylenecek hiçbir söz geri getirmeyecek olanları. Yaşamdan süzülen bedenini tutamadıysa kollarım artık ben işe yaramaz bir insanım. Attığın çığlıkların uykularımı kaçırmadıysa benim, kesip vereyim bu kulakları. Aynı dilden konuşurken ikimiz de anlayamadıysam seni, al bu aklı götür yanında ve bırak deliliğin gömleğini bana. Senin sevdiğin kitaplardan emin değilsem ve artık el yazını unutuyorsa bu hafızam, bırak bana rüyalarını.
“Hiçbir duanda unutma.” dedi annen. Unuttuğum her dakikam için özür dilemeliyim. Unutulur mu dememe rağmen seni unuttuğum için özür dilemeliyim.
Dünyada zulüm hiç bitmedi. Aylan bebekten sonra birkaç gün yemek yiyememiştin de kızmıştım sana. Güzel günler gelecek ve çocuklar çok güzel bir dünyada yaşayacak, demiştim. O kadar çok çocuk öldürüldü ki bunları görmemiş olmana sevindiğim için özür dilemeliyim senden.
Yıllar geçecek ama takvimler benim için hiç değişmeyecek. Zamanlar geçecek, sen kimseden geçmeyeceksin. Sezen parçalarında, 19 Mayıs sokaklarında ve yerini hiç değiştiremediğimiz yeşil koltuğun sol köşesinde izin hep sürecek. Okunan her hicran hikâyesinde sen olacaksın. Elinde bir defter olacak muhtemelen; bir şiir duymuşsun, yazmak isteyeceksin. Hepsinde sen olacaksın. Sesin olacak. Kalemin olacak. Gözlerin olacak, yüreğin olacak.
Beynimde serçe parmağı kesilmiş bir cesedin şoku.
Gidişin ve benim sana hiç gelemeyişim yıllardır süren hayretim.
Özür dilerim. Affetme sakın, beni.
Affetme bizi.
Affetme kimseyi.