
BÜYÜK YAZARA MEKTUP (III)
Süleyman KAYMAZ
Size bazı sıkıntılarımı yazmamın nedeni sadece dertleşmek! Fakat görüyorum ki bana bir umar arıyorsunuz. Aşk olsun! Verdiğiniz reçeteleri akıl edemeyeceğimi düşünmeniz beni üzdü. Her neyse. Mektubunuzda bahsettiğiniz yayınevine uğradım, dediğiniz kişiye de selamınızı ilettim. Koca ofiste tek başınaydı ve düşünceli bir hâli vardı. Ziyaretimi hoş karşıladığından emin değilim. Kitap dosyamı göstermeye de fırsat bulamadım. Zira yanında durduğum kısa süre içerisinde üç kez karısı aradı ve akşam gelirken alması için birtakım siparişler verdi. Telefon her çaldığında eli ayağı birbirine dolaşan adamcağız verilen siparişleri titreyen elleriyle not alırken içim ezildi. Tam sözü, çantama özenle yerleştirdiğim kitap dosyama getiriyordum ki öfkeyle ayağa kalktı: “Para var mı diye soran yok tabii! Şu istediklerine bakın, gören de akşam bir davet tertip edeceğimizi düşünür!” Yüzüme doğru sallayıp durduğu sipariş listesine baktım. Hayli kabarıktı. Ne diyeceğimi şaşırdım. Ceketinin ceplerini yokladı, sonra bana dönüp “Pardon,” dedi, “sigaranız var mı acaba? Benimki bitmiş de.” Bu sözleri söylerken onda bir mahcubiyet belirtisi göremedim. Sigara paketini çıkarıp masanın üzerine koydum. Bir sigara alıp yaktıktan sonra oturdu. Keyfi yerine gelmişti:
“Demek yazarsınız!”
“Evet.”
“Güzel, güzel!”
“Ne yazıyorsunuz?”
“Roman.”
“Âlâ!”
Hazır laf buralara gelmişken çantama uzanıp romanı çıkardım.
“Fakat!” dedi. “Benim çıkmam gerekiyor. Müsait bir zaman uğrarsanız eserinize bakarız.” Elimde dosyayla kalakaldım. Yerinden fırladı, paltosunu giydi, şapkasını başına geçirdi. Masanın üzerine baktım. Sigara paketi yoktu. Göz göze geldik. Cebinden paketi çıkarıp pişkin pişkin, “Ahh, benim akılsız başım, sigaranızı cebime koymuşum, alışkanlık işte!” diye bağırdı. “Kalabilir,” dedim. Sözümü ikiletmedi, sigarayı tekrar cebine koydu. Kuru bir teşekkür döküldü dudaklarından. Dışarı çıktığımızda hava kararmıştı ve yağmur yağıyordu. Sokağın başına kadar yürüdük. Aniden durdu. “Azizim,” dedi. “Bana biraz borç verebilir misiniz?” İnanmayacağını düşünerek cüzdanımı çıkarıp içindeki tek yüzlüğü gösterdim: “İnanın bundan başka param yok,” dedim. “Kâfi, kâfi!” demesiyle uzanıp yüzlüğü alması bir oldu. Şapkasını çıkarıp beni selamladı ve iyi akşamlar diledikten sonra hızlı adımlarla uzaklaştı.
Artık bir vasıtaya verecek param kalmadığı için oturduğum semte kadar yürüdüğümü tahmin edersiniz elbette! Yağmur şiddetini artırmıştı. Hayli ıslandım. Üşütmüşüm, bir haftadır yatıyordum. Neyse ki bugün biraz daha iyiyim de size bu mektubu yazacak takati buldum kendimde. Bundan başka bir yayınevine daha uğrayıp selamınızı iletmemi istemiştiniz ya, gitmekten vazgeçtim. Selamınızı da size buradan iade ediyorum ki üstümde kalmasın.
Kalın sağlıcakla!



