GECE 02.17 MEKTUPLARI II-Songül USLU
GECE 02.17 MEKTUPLARI II
27.03.2019
Düşsel Yanılgım,
Uzun zamandır bana mutlu olacakmışım gibi hissettiren bir tül perdenin ardından görüyorum dünyayı. Beni çağırmıyor etraf. Kendime kızıyorum, hazır değilim, diye. Biraz daha bekleyeyim, diyorum. Mutsuz bir bekleyiş olacağını hissedince vazgeçiyorum. Gerçek birilerinden özenildiği çok belli olacak diye korktuğum bir tavırla şarkı söylemeye başlayacak oluyorum sabah mutluluğu niyetine. Oyalıyorum zihnimi. Bu oyalanmaya kızacağını biliyorum. Sen hep yüzleşmemden yana olursun çünkü. İçimden hemen çok hızlı bir karar alıyorum bunun üzerinde durmayacağıma dair. Belki de karar almıyorum. Öyle hızlı geçiyor ki. Kim düşünmüş oluyor benim yerime, algılayamıyorum. Radyoyu açıyorum. Sevmiyorum teknolojik eşyaları. Sadece radyom senden kaldı diye gittiğim her yere taşıyorum.
Teknolojiden niye bu kadar nefret ediyorum biliyor musun? Çünkü sevilenlerin eskiden öldüğünde hareketsiz duran fotoğrafları, özleme bir sınır çizerdi ve gözyaşı da o sınırların kurallarına uymak zorundaydı. Fakat video ürünleri o kadar canımı yakıyor ki ölenlerin henüz bu dünyada olduğu hâllerine bakarken burnumda tıkanıyor nefesim. Videolarına bakamıyorum.
Geleceğinden medet ummadığım günlerin, aşağılayıcı bakışları arasında yürürken boynumda bıçak var gibi, kan kaybediyorum. Oysa gelme ihtimalin bile yok. Ama umut… Farkındaymışım gibi gülümsüyorum durumuma, bir şeyleri biliyorum sanıyorum henüz. İçimden şakalar yapıyorum, kendimi pamuklara sarıyorum. Henüz yeterince bulanmamış kafam, geçirdiğim her günde bayağı eğleniyor sanıyorum kendimi. Sensizliğe alıştım sanıyorum.
Şimdi biliyorum ama o zamandan bile beni bekliyor evde yıllar sonram -aslında yıllar öncem- Özlemin hiçbir içeri girişimde yanıltmadı, burnumdan getirirken tüm o sokakları. Seni mezara götürdükleri sokaktan dönemeden henüz. Buraya kadarmış, diyorum. Tam cümleyi bilmiyorum ama sonradan anımsadığımda “oraya kadarmış” gibi hissettiğimi biliyorum. Hatırladığımda daha kanatıcı geliyor hatta yaşadığımdan. Çünkü nereye kadar olduğunu bile bilemiyorum o zaman. Küçücüğüm ve sadece sokağa çıkıyorum. Yıllar geçiyor sanki bir yerden bir yere ulaşmaya çalışırken. Kaç yıl geçer de bir insan, bir insan daha, iki insanın ikisi olarak da kendi olabilir ve hangi iki yılın arasında kalmalıydım bilmiyorum.
Tanımadığım bir sürü insanla birlikte eve dönüyorum. Ben aslında hepsiyle benim evime gitmek ya da beni hepsine götürmek istiyorum da bir tek benim evime tek dönmek istemiyorum. Eve dönmemek için neler neler yapıyorum, ne yollar uzatıyorum da başlardan en başlara dönüyorum. Bir sürü kişi oluyorum yine kısa bir mesafede, hiç ummazken. Birinin selamı durduracak bunu bir yol ortasında biliyorum, başkasının selamını bekliyorum.
Yürümeye devam da ediyorum yine. Dönüş yolunda daha başka zorluklar düşüyor peşime. Hepsi birbiriyle öyle iç içe öyle kilitli ki. Bulaşıklarımın yıkanmadığını da yüz yıldır yalnız olduğumu da biliyor yüzüme bakan herkes.
Bunlar -özlemin ve kabullenişim- bez çantamda, yokuşlardan yokuş beğeniyorum başka seçeneğim varmış gibi.
Dönüş yolundayım hâlâ.
Bir market görüyorum. İçeri girsem her şey hâlimi hatırımı soracakmış gibi satıcıdan başka. Girsem mi girmesem mi kararsızlığındaki bakışlarım satıcının radarına takılıyor ve içeride buluyorum kendimi. Ne alacağımı bile bilmiyorum ki korkuyorum kızacak diye. Haklı da.
Kendime gelip biriyle içim dolsun, ötekisi bayatlasın diye iki ekmek alıp evimi aramaya devam ediyorum.
Evim sendin. Artık bulamıyorum.