
17.11.2017
Mektupların seyrekleşti. Ne oldu? Bir sorun mu var? Söylemezsin, biliyorum. Kendini hep sevdiklerine adarsın. Hep böyle yaptın zaten. Kendini sevdiklerin uğruna heba ettin. Dünyaya karşı kör ve sağır oldun. Hayatı sorgulamak yerine geldiği gibi yaşadın. Ruhunun fırtınalarına sırt çevirdin. Ailen “Bu kızla evlen.” dedi. Evlendin. Baban “Benim gibi öğretmen ol.” dedi. Oldun. Oysa sen kasabanın duvarlarına resimler çizerdin. Babana “Resim öğretmeni olayım o zaman.” bile demedin, diyemedin. Kendini kalabalıklar içinde yalnız bıraktın. Okyanusta boğulmaktan korkup sığ sulara daldın. Küçük bir dereye dahi razı oldun. Babam kalp hastası, annem üzülür, diye diye hep sustun. Şimdi geçmiş karşıma sanki kendine özgür bir dünya kurabilmişsin gibi beylik laflar ediyorsun. Etme! Kendi çukurun sana yetmiyor mu? Benim çukuruma da giriyorsun. Kendi çıkmazların, yüreğinde ukde kalanlar, kendinle ilgili her ne varsa hepsi sana yetmiyor mu? Geceleri acı içinde kıvranıyorsun. Bedenin iyice yorulmadan uykuya dalamıyorsun, biliyorum. Biliyorum çünkü ben de aynısını her gece, her gece; yeni baştan, hep en baştan yaşıyorum. Karanlıklar kendi çukuruna atıyor beni. Her gece aynı demirden yatağa girip uyuyorum. Yapma artık bunu kendine ve bana, yapma! Bırak ben bu köhne kasabada yalnızlığımla kalayım. Beni renklerinden dahi haberdar olmadığın o rengârenk şehre çağırma. Yine bana, beni sormuşsun. Bir küçük kasabada iki ayda ne değişebilir ki? Babaannem aynı, korkuyorum ölecek diye. Ölümün karanlık koridorlarındayım sanki, yalnız kalmak da korkutuyor beni iyiden iyiye. Kendi kendime dahi itiraf edemiyorum ama biliyorum. Yine bana hayatının güzel olduğundan dem vurmuşsun tüm o saçma seçimlerine hatta seçmeden boynunu eğip kabullenmelerine rağmen.
Çocukken buğday tarlalarında oyun oynardık. Koşu yarışı yapardık. Sen hep beni geçerdin. Özgürdük. Mutluyduk. Avareydik belki de… Aslında sadece çocuktuk. Çocukluğun masum, bilinmeyen dünyasını yaşıyorduk.
Artık aynı şeyleri konuşmaktan vazgeç. Bırak sessiz dünyamda kimsesizliğimle baş başa kalayım. Bırak akşam üstleri sadece gün batımlarını izleyerek mutlu olayım. Güneşe her baktığımda içimde yanan alev topunun beni yakmasıyla kendi dünyamda kalayım. Kandırma kendini ne sen ne ben Donkişot bile olamadık. Kılıcımızı kınından çıkarıp yel değirmenlerine dahi saldıramadık. Sen kendine kalabalıklarda yalnızlık seçtin. Ben de kendi dünyamda ruhu bedeninden çoktan ayrılmış biri olarak hayatıma devam edeyim. Geceleri karanlığa dalan gözlerimin yıldızlarla bile aydınlanmasına izin vermiyorum. Hem sen biliyor musun? Çaresizliği kabul ettikten sonra hiçbir şey beni etkilemiyor. Beni evlendirmek istiyorsun. Kendi kurum bağlamış ruhuna benzer bir umutsuz ruh daha olsun istiyorsun. Bu haksızlık! Ona, bana, sana dünyaya haksızlık. Dünyada bu kadar kötü yürek varken bırak ben sadece kendimden mesul olayım.
Kırdım mı seni? Ters mi konuştum? Sert mi konuştum? Hadi uzatma. Bana şehirden, o yeni çıkan kalemlerden, defterlerden al; yolla. Biliyorsun oldum olası severim kâğıdı kalemi. Şimdi artık onlar yarenlik yapsın bana. Arada bir de karakalem çizim yapıyorum. Senin eline su dökemem. Seninkiler Van Gogh’un elinden çıkmış gibi, benimkiler Cin Ali’den hâllice. Sensiz ve sessiz hayatıma geçiyorum. Daima, güven ve umutla…