Mektup

KİMSESİZLİĞİN SESSİZLİĞİ -Züleyha YILMAZ

KİMSESİZLİĞİN SESSİZLİĞİ

Züleyha YILMAZ

 03.05.2017

Sessizliğimi bozmasını istemedim hiçbir şeyin, hiç kimsenin. Sen de biliyorsun.  Beni bu ıssız yerden götürmek için az da uğraşmadın. Ama biliyordun. Buralardan gitmeyeceğimi biliyordun. Ben de biliyordum. Fakat sevgisini itiraf edemeyen âşık ergenler gibiydim. Bu yerden deli gibi nefret ettiğimi fakat başka yerlerde çiçek açamayacağımı biliyordum. Neticede beni en iyi tanıyanlardan birisi de sensin. Dünyayla ilgili görüşlerim de belli başlıydı. Kendimi yaban hissetmem hep bu yüzden belki.

Babaannemi sormuşsun. “Hayatta mı?” diye. Şükür hayatta, biraz yaşlandı; tabii beli büküldü. Şahin bakışları, keskin gözleri yok eskisi gibi, belli belirsiz seçer oldu her şeyi, herkesi. Gözlerine perde indi. Beni yine de hemen tanıyor, “Oğlum Nera, sen mi geldin?” diyor. Kireçlenmiş dizlerinden tıkır tıkır sesler geliyor. Ayağa kalkıp odasının kapısında beni karşılıyor. Bana sarılıyor, “Oğlum!” diyor. Odası ölüm kokuyor.  Bozulmuş peynir kokusu gibi belki biraz da küf kokusuna benzer bir koku.

Kimsesizlik, kimsesiz olmak işte en nihayetinde. Düşünsene hayatta senin için tek bir insan endişeleniyor o da ara sıra seni unutuyor. Ara sıra unutmasına sevinir oldum. Hatırladıkça biraz daha fazla  acı çekiyor diye düşünüyorum.  Kendimi avutuyorum belki de bilemiyorum.

Hiçlik, yok olma duygusu, hepsi. Hepsi ruhumda yankılanıyor. Hiç sahiplenmedim bu dünyayı.  Yakup Kadri’nin Yaban romanında gibiyim. Köye yaban, hayata yaban. Ahırdaki eşeğin anırması ile mutlu olacak bir hâlde değilim ama… Eskisi kadar kimseyle konuşmuyorum. Ama yine de sen varsın işte. Ara sıra sana mektuplar yazıyorum. İçimde birikmiş tüm sözcükleri kâğıda kusuyorum. Kustukça zehirlenen kalbim rahatlıyormuş gibi hissediyorum. Bu, bir süre uyuşturucu gibi beni oyalıyor. Garip bir huzur, bir rahatlama ruhumu sarıyor. Nicedir uyku görmeyen gözlerim uykuyla haşır neşir oluyor bir süre. Bedenim tüm isyanları sonunda sessizce kabulleniyor. Ölümün sonsuzluğuna doğru yola çıkıyor. Sonunda sabahları her şeyi unutmuş olarak uyanıyorum. Şimdilik böyle böyle hayat geçiyor.

Onu sormuşsun. Söylenecek çok şey var veyahut yok, bilemiyorum. Hâlâ fotoğrafını saklıyorum. Benim gibi kimsesiz birine kız vermemekte haklıydı babası belki de. Üç çocuğu olmuş, mutluymuş. Mutsuz olsa ne olacak ki? Biz beraber mutsuz olsaydık hayat daha katlanılır olabilirdi.  Belki de olmazdı.  Neyse ne! Öyle işte.

Bu sene kış çok uzadı buralarda, ben de soğuğu sürekli içime çekiyorum.  İs kokusu damarlarıma işlemiş durumda. Evin damlarından aşağıya doğru sarkan buz sarkıtları her gece içime içime batıyor.  Ayaz bıçak gibi tenimi kesiyor.  Garip bir zevk alıyorum bundan. Hani yorganı üstüne örterken vücuduna değen hafif serinlik anlamlandıramadığın bir haz verir ya… Öyle oluyorum. Sonra hayata dair yaşanmışlık adına her ne varsa bitsin gitsin istiyorum.  Evin duvarında asılı, eski, tarihi bir ayna gibi olmak istiyorum. Varlığım kimileri için anlamlıyken, birçokları içinse hiçbir şey ifade etmesin. Aslında tam olarak dünyada taşıdığım değer de bu.

Sonu gelsin istiyorum her şeyin. Hücrelerim donsun, tüm yaşamsal faaliyetlerim bitsin istiyorum. Kalbimin atışı dursun istiyorum. Bu yaşamak denen rezillik son bulsun.

.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu