Mektup

GECE 02.17 MEKTUPLARI VI

Songül USLU

GECE 02.17 MEKTUPLARI VI

SONGÜL USLU

30.03.2023

Düşsel Yanılgım,

Gözlerimi daracık sokakların kasvetine açmadan önce, her akşam seni beklediğim mahallemin girişine beyaz bayraklar asıyorum. Barışacağım ölümünle. İçimde hiç bitmeyen kavgaları susturacağım.

Merhaba.

Bu mahallede sensizliği hiç yadırgamıyor sokaklar.  Mevsim hangi renk olursa olsun gece çok geç çöküyor. Yerler hep ıslak, çiğli, yağmurlu, ezilmiş, buruk, sensiz. Sırılsıklam bir paltonun içine saklıyorum zayıf, güçsüz kemiklerimi; sonra sırtımı evinin duvarına dayıyorum. İçimden sensiz geçen milyon saniyenin birkaçını sayıyorum.

Günaydın.

Hayır, binaların çoğu sıvasız değil burada. Hiçbir şey bıraktığın gibi değil. Sanki tokat yemiş bir burundan bir hışım kan sıçramış duvarlara. Sanki binlerce nar aynı anda çatlamış. Öylesine bir renk, öylesine bir gümbürtü. İşte ben, sırtımı her adım başı bunlara dayıyorum. Her seferinde yağmurlu paltom sırtımda kemiklerimi saran bir çığ oluyor. Kucaklayarak sevdiğin kediler, köşe bucak kaçıyor sürekli tekme yediği ayaklardan. Binaların arasından ufacık görünen gökyüzüne siluetini çiziyorum ezberden. Kedilere gösteriyorum. Bana şefkatle bakıyorlar. Onları şefkatle okşuyorum.

Mevsim yenibahar, biliyorsun, yenibahar. İkimiz icat ettik bu mevsimi. Kışın açan güneş, havanın ılıklığına aldanıp yeşile duran badem dalı, gözlerine dalmaktan masada soğuyan salep ve gelme ihtimalinin ısıttığı ellerim bu mevsimi yarattı. Mevsim yenibahar, sen yoksun.

Sırtımdaki çağ karanlıkla örseleniyor. Biliyorsun ya, gece çok geç çöküyor mezar taşlarına. Belki uğruna hiçbir şiir, hiçbir roman, hiçbir türkü yakılmadı ama burada gölgesiz siluetler geceleri sokakları tek renge boyar, en iyi sen biliyorsun bunu. İçimi simsiyah bir ormana boyayıp gittiğinden mütevellit biliyorsundur bunu.

Bazı geceler gece kuşlarının adım seslerine benzer tıkırtılar işitiyorum; daracık sokaklardan geçmeye, bütün binaları içimin rengine boyamayı düşünüyorum, olmuyor. İzin vermiyorlar. Hiçbir şeye izin vermiyorlar artık. İçimdeki mavinin koyu laciverte kesişini izliyorum. Bir yenibahar alameti daha: Artık laciverdi seviyorum.

Çocuklar henüz şiir olmayı başaramamış kâğıtlarımdan gemiler yapıyorlar hiç kurumayan su birikintilerinde. Söyledim ya, sular hiç kurumuyor. Binaların rengi vuruyor su birikintilerine; işte o vakit yer kızıl, gök kızıl oluyor. Bir kızıllık akıyor çocukluğunun örselendiği parkelere. Her sabah aynı şafak atıyor; aynı gün ortası, aynı gün dökümü, aynı hazan, aynı terk edilmişlik. Ya gök geceden önce kıpkızıl kesiyor ya da tüyü bitmemiş esmer çocukların başları, kaşları, burunları, karınları. Burada kavgalar hâlâ bitmiyor. Ben hâlâ köşeden gelecekmişsin de kardeşlerini kavgadan alacakmışsın gibi heyecanla bekliyorum.

Sen gittiğinden beri mevsim artık hep yenibahar. Bu ne demek bilir misin? En iyi sen bilirsin. Ya güneş açıyor sıcak, sevilmiş bir kadın gibi canlı, kız kardeşimiz gibi neşeli, sapsarı bir oğlan çocuğu; gülüşmeli. Yahut bir gelinlik giyiyor baştan aşağı; zift gibi bir gelinlik, ölüm gibi, kömür gibi, gidişin gibi. Babalarımızın çalışmaktan ve sonra annelerimizi dövmekten kararmış elleri gibi. Pencerelerden güneş kaçıyor utana sıkıla. Yenibaharla, orta yolu bulamıyoruz. Sen gelsen mi? Sen hep bulursun bir yolunu. Her şeyin bu kadar rayından çıktığı başka sensizlikler olmamıştı hiç. Ben karanlıktan gözlerimi alamıyorum.

İşte ben böyle günlerde koşmayı denedim bu sokaklarda. Tabutlu kalabalıklar evlerin pencerelerine değmeden geçmeyi başarmıştı. Ben koşup koşup aynı yere vardım. Geceleri mahalle, kolların gibi sımsıcak bir ormana kesiveriyordu. Sanki çocukluğumu ta başından tanıyordum. Sanki annem, sanki babam, kardeşlerim, dostum, sevgilim, şiirlerim, türkülerim… Çocukluğumu sarıvermiş ninnilerim ve ellerin. Yağmurlu, çığdan hallice, kemiklerimi ezen sesimi bile yeniden duyuyordum. Tutup müthiş karanlığıyla sarsılan şafağa tutuşturuyordum onu; ufalıyor, ufalıyor, ufalıyor, ufalıyordum. Un ufak oluyordum. Gök üstüme sarılıyordu. Mavi bir merhamete bulanıyordum. İşte böyle günlerde anlamıştım lacivert paltom niye böylesine yağmurlu, böylesine çığ ve çamur, böyle ağır ve sokaklar geceleri niçin kollarına benzeyen bir orman…

Böyle gecelerde, bu mahallenin taşları yanaklarıma pespembe iz yapardı. Yaralarımızın izini sürerdik Batman’ı seyreden cadde başına kadar. Park köşelerinden çıkar izlerini izlerimize karıştırırdı sarhoşlar. Yırtılmış sonbahar yaprakları gibi devinirdi gece vardiyasından çıkmış işçiler. Bu mahalle en çok geceleri işçi soluğu kokardı. Soğuk kokardı. Biraz da yalnızlık. Sen, ben sokulurduk bu mahallenin soğuk soluğuna. Sonra birbirimizin güneş gözlerinde ısınırdık.

Hoşça kal Düşsel Yanılgım.

Bir yerlerde beni bekleyeceğini biliyorum. Bugün o yıkık dökük taştan evimize astım senin paltonu. Yağmurluydu, soğuktu, çığ düşmüştü üstüne ta memleketimizden, ağırdı, ellerimi eziyordu. En iyi sen biliyordun Düşsel Yanılgım, en iyi seni biliyordu bu palto. Ben ve yokluğun senin paltonu giyiniyoruz artık kemiklerimize. Seni kuşanıyoruz, aklımızı seninle dolduruyoruz. Senin paltonu asıyoruz her doğmamış günün şafağına.

Avuçlarımda güneş gözlerim, sırtımda senden bir palto; şafağa asılı yırtık, kızıla inat kar grisi palton.

Sana pencerelerimi bırakıyorum, uzanıp seni izlediğim pencerelerimi. Satırlarımı bırakıyorum sana, yan yana dizerken kelimeleri, içimin titrediği satırlarımı. Hiç çok fazlam olsun istemedim senden. Hiç kafes, kelepçe, tel örgüler yakıştıramadım sana. Kuşlardan, sulardan, çiçeklerimden bahsettim. Sanırım sen hala kış görmemişliğimden emin, ışığımın loşluğundasın. Sana şarkılarımı bırakıyorum, dinlerken seni yaşadığım şarkılarımı. Sana sevgimi bırakıyorum, eksiltmekten aciz ama çoğaldıkça incindiğim sevgimi. Hiç gördün mü beni ağlarken, sana tebessümlerimi bırakıyorum. Hiç şüphe duydun mu kendi gücünden, sana ölesi inancımı bırakıyorum. Senin dilediğin bende hep vardı, hayallerini dinledikçe utanırdım renklerimden. Sesimi bırakıyorum sana, sözler sustukça senden ürken sesimi. İsmimi kaç defa doğurmuştu dudakların, şikâyetsizliğimi bırakıyorum. Sana gecelerimi bırakıyorum, bir efkârlı kadehin dibinde, bir şiirde, bir serin yel estiğinde seni özlediğim gecelerimi. Hiç düşündün mü nasıl sevildin sen, artık aşkı tüm çilesiyle sana bırakıyorum. Sanırım sen hâlâ sahip olduğundan habersiz darmadağınsın ama ben çok biriktim. Kendimi çekip sökerken toprağından, köklerimin boşluğunu sana bırakıyorum. Ardımda bırakabileceğim en güzel düşümü, sana seni bırakıyorum. Ben artık sende eksiğim, sahip çık kendine.

Hoşça kal Düşsel Yanılgım.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu