Kitap Yoranlar

UĞUR DEMİRCAN’IN “ÖRTÜ” ADLI ÖYKÜ KİTABI ÜZERİNE

UĞUR DEMİRCAN’IN “ÖRTÜ” ADLI ÖYKÜ KİTABI ÜZERİNE

 

Armağan CAN:

Uğur Demircan’ın “Örtü” kitabında yer alan altı öykü ile hayatların üstüne serili olan görünmez örtü havalanıyor; sırlar, acılar, öfkeler açığa çıkıyor. Sır, Ortak, Su, Kar, Kum ve Taş isimli öyküler tek kelimeyle ne çok şey anlatılacağının ispatı gibiler. İsimler, öykülerin geçtiği yer, atmosfer ve olaylarla ilgili ipuçları veriyor.

Doğa, öykülere etkili bir temsilci göndermiş sanki. Su, iki çocuğun hayatını şekillendiriyor. Kar, yeryüzüne serilirken beyazlığı ile kötülüğün üstünü örtüyor. Kum, çöllerden savrulurken kötü bir durumdan daha kötü bir hâlin olduğunu bağırıyor. Taş ise vicdanın yükler altında nasıl ağırlaştığını anlatıyor. Doğa insana sesleniyor. Duyuyor muyuz?

Yazarın betimlemelerle, ağdalı edebi cümlelerle boğulmayan bir anlatımı var. Kelime dağarcığı geniş. Unutulmaya yüz tutan yöresel kelimeler satırlarda yerini alıyor. Şehirlerden uzak ilçe ve köylerde geçen bu olaylar bir o kadar da yakınımızda yaşanıyor.

Anlatım fotoğraflarla ilerliyor gibi. Albüme bakıyoruz sanki. Bir fotoğraf ve olay, sonra başka bir fotoğraf ve olay. Olan biten gözümüzde canlanıyor. Hastane koridorlarının kokusu, serçelerin konup kalkması, havanın ayazı, kuyudan yayılan kötü koku hep duyumsadığımız şeyler. Ve bence öyküler zamansız. Gelecekte bir kurgu değildi, evet, ama geçmişin unutulmuşu da değildi ve hem geçmiş hem de bugündü. Çünkü bugün de belki bir çocuk görmemesi gerekeni gördüğü için öldürülüyordu ve olayı bilen anne “Evlat acısını da suçlu vicdanının derinliklerine gömen” kişi oluyordu.

 

Aydın AKDUMAN:

Uğur Demircan’ın yazın dünyasıyla tanışmam onun şiirlerini okumamla başladı. Ardından Kilim, sonrasında da Örtü isimli kitaplarıyla yolculuğuma devam ettim. Okuduğum eserler arasında sesini duyabildiğim birkaç şiiri saymazsak, Örtü Uğur Bey’in özünü akıttığı öykülerden oluşan bir kitaptır diyebilirim. Yazarın Örtü’ye dahil ettiği öykülerde bir “ardından (aftermath)” hissi var. Olayların ardından karakterlerin yaşadığı fiziksel ya da ruhsal değişimleri kendinden emin ve hangi adımları atacağını bilen bir üslupla kaleme almış diyebilirim. Çünkü tereddüde yer vermeyen tasvirler ve yol haritasını çoktan çizmiş, geriye sadece harflerle donatılması kalmış bir hayal dünyasıyla karşı karşıyayız. Örtü’nün öykülerinde dilin sabit olması bizim devamlılık hissini tatmamızı olanaklı kılıyor. Buna karşın her bir öykünün de bütüne hizmet eden fakat çerçevesinin belirginliğiyle dik durabilmesini sağlayan bir yapısı olduğunu eklemem gerekir. Düşündürdükleri, hissettirdikleri ve anlatmak istedikleriyle Örtü bizlere ilmek ilmek işlenmiş, hoş bir okuma deneyimi sunuyor.

Başar YILMAZ:

Okuduğumuz metnin bizi bir yerden yakalamasını bekleriz. Atmosfer, karakter, dil vb. Uğur Demircan’ın Örtü’sü benim nazarımda alt metni ile okura göz kırpan, belli bir bağlamı olan, üzerinde düşünülmeye değer bir öykü kitabı. Kötülüğün, kaybın, hayal kırıklıklarının veya tutkuların üzerine çekilen örtüler beliriyor okudukça.

Öykülerdeki karakterler yazarın meselesini taşıyabilecek formda biçimlendirilmiş; dikkat dağıtmayan, sade ve samimi. “Örtü” temasını, yüzeyi sakinken derinlerinde anafor yaşanabilen “taşra” panoramasında ele almak doğru bir seçim ve belli ki yazarın elini güçlendirmiş. Atmosfer ve diyaloglarla zenginleştirdiği bu gücü hararetle değil sakince kullanması kıymetli. Kıymeti bilinsin.

 

Burcu ÜNLÜ:

Uğur Demircan’ın “Örtü” isimli öykü kitabı, modern Türk edebiyatının dikkat çeken eserlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Kitap, günümüz insanının karmaşık ruh hâlini, toplumsal baskıları ve bireyin içsel yolculuğunu ele alan derinlikli öykülerden oluşuyor. Demircan, yalın ve etkili bir dille okuyucuyu insan ruhunun karanlık köşelerine doğru sürüklerken, her bir öyküde farklı bir atmosfer yaratmayı başarıyor. “Örtü”nün tematik zenginliği, kitabın en güçlü yanlarından biri. Öykülerde sıkça karşılaşılan başlıca temalar arasında kimlik arayışı, yalnızlık, toplumsal baskılar ve bireyin özgürleşme mücadelesi yer alıyor. Uğur Demircan, karakterlerini bu temaların etrafında şekillendirirken, onların içsel çatışmalarını ve dünyayla olan zorlu ilişkilerini ustalıkla betimliyor. Kitaba adını veren “örtü” metaforu, öykülerin genelinde kendini hissettiriyor. Bu örtü, hem bireysel hem de toplumsal anlamda birçok şeyi gizleyen bir sembol olarak karşımıza çıkıyor. Karakterler, bir yandan bu örtüyü kaldırmaya çalışırken, diğer yandan da onu koruma dürtüsüyle hareket ediyorlar. Bu ikilemler, öykülerin temel dramatik çatısını oluşturuyor.

Demircan’ın dil kullanımı oldukça etkileyici. Yazar, sade bir dil tercih etmesine rağmen, kullandığı metaforlar ve betimlemelerle derin anlam katmanları yaratmayı başarıyor. Öykülerin ritmi ve akışı, okuyucuyu içine çekerken, her bir cümlenin özenle seçilmiş olduğunu hissettiriyor. Bu, kitabı edebi bir eser olarak değerlendirirken, aynı zamanda okuyucunun düşünsel olarak da kitaba katılmasını sağlıyor. Öykülerin merkezinde yer alan karakterler, çoğunlukla sıradan insanlar olarak tasvir ediliyor. Ancak bu sıradanlık, karakterlerin iç dünyalarındaki zenginlik ve karmaşıklıkla tezat oluşturuyor. Demircan, karakterlerinin içsel çatışmalarını ve duygusal dalgalanmalarını derinlemesine işleyerek onları gerçekçi ve empati uyandıran figürler hâline getiriyor. Bu karakterler, okuyucunun kendi hayatına ve çevresine farklı bir perspektiften bakmasını sağlıyor. Uğur Demircan’ın “Örtü” isimli öykü kitabı, hem dil açısından hem de tematik açıdan zengin bir eser olarak Türk edebiyatına önemli bir katkı sunuyor. Kitap, toplumsal normlar ve bireysel özgürlükler arasındaki çatışmayı, karakterlerinin içsel dünyaları üzerinden başarılı bir şekilde işliyor. Demircan’ın anlatımındaki derinlik ve öykülerin evrensel temaları, “Örtü”yü sadece bir öykü kitabı olmanın ötesine taşıyor; onu, her okuyucunun kendi hayatında ve düşüncelerinde yankı bulacak bir eser hâline getiriyor. Bu eser, insan ruhunun karmaşıklığını ve toplumsal yapının birey üzerindeki etkilerini anlamak isteyen her okurun ilgisini çekecek nitelikte.

Hasan ESEN:

Kitabın ismini okuyunca etkilenmiştim: “Örtü”. Öyküleri okudukça ne kadar etkileyici bir kitap ismi olduğunu daha iyi anlamış oldum.

Genel değerlendirme:

Yazarın olay anını incelikle işlemesi ve karakterin içsel duygularını okuyucuya derinden hissettirmesi gerçekten kayda değerdi. Bölümleri okudukça, aslında bizden bir parçanın da öykünün içerisinde yer aldığını ve yaşantımızın aslında görünmez bir örtü ile kapatıldığını ya da bilinçli bir şekilde kapatmış olduğumuzu görmüş olduk.

Karakter değerlendirmesi:

Öykü içindeki karakterler o kadar doğaldı ki, sanki bir arkadaşımızın başına gelenleri dinlermiş gibi içten konuşmalara şahit olduk. Bu durum okuyucu olarak bizi öykünün tam da odağına almış oldu.

Bölüm değerlendirmesi:

Her bir örtü, gayet güzel seçilmişti. Özellikle öykü sonları muhteşem bir şekilde ters köşe yaparak bitirilmişti.

Uğur Demircan’ı edebiyatımıza kazandırmış olduğu bu eser için kutlarım.

 

Huriye EMRE:

Örtmek, ilk insanla başlayan bir eylem. Sonrasında ilk kardeş kavgasıyla devam eden. İnsan hep şaşmaya meyilli çünkü. Bir o kadar da ayıbını, kusurunu örtmekte mahir.  Uğur Demircan’ın ikinci kitabı Örtü de şaşmaya meyilli insanın ayıbını örtmekte mahir hâllerinden misaller taşıyor. Günahlar işleniyor. Üstü kapatılıyor. Kimi zaman taşla kimi zaman kumla kimi zamansa karla. Ama mevsimler dönüp karlar eridiğinde her şey gün yüzüne çıkıyor.

Demircan Örtü’nün altına altı öykü saklamış. Mekân olarak çoğunlukla taşranın seçildiği öykülerde yazar, küçük insanı gerçekçi bir şekilde resmediyor. Kulağımızı tıkadığımız hikâyelere cesurca ses veriyor. Saf hüznü, günahı derinde bir yerde hissetmenin acısını duyumsuyoruz dil kullanımında.  Bu da gerçeği dayanılır kılıyor.

Sade ve akıcı bir üslupla ördüğü, metaforlarla süslediği öyküleri okuyucunun zihninde hep taze kalacak. Çünkü yazar öykü yazarken kelimelerle de kısa metrajlı bir film çekmiş adeta.

Demircan, hep yazsın. Kuyulara gömdüğümüz kelimeleri onun sayesinde örtüsünden sıyırırız belki.

Hüseyin KILIÇ:

Uğur Demircan’ı önce öyküleriyle tanımış olsak da ilk çıkan kitabı Kilim’in bir novella olmasıyla bizi şaşırtmıştı. Kilim’de öğretmen Özer’in taşrayı tanımasını ve ikilemlerini merak uyandırıcı bir şekilde bizlere aktaran Demircan, Örtü’de de yine taşradaki tanıklıkları başarılı bir şekilde aktarıyor.

Bu kez bir farkla. Kitabın ismindeki ipucunda olduğu gibi tanıklıkların hepsi bir örtüyle kapanıyor. Bu örtü öykünün birinde kar, diğerinde kum, öbüründe su… Somut bir maddeyle örtülen bu tanıklıkların asıl sakladıkları ise sadakat, adalet, kardeşlik vs. Belki de yazar bu sözcüklerin üzerindeki örtüleri, o kavramlar bizim için hâlâ önemli olsun diye örtmek istemiştir. Bunu bilemiyoruz. Bunun yorumunu okura bırakıyor sanırım.

Genel olarak taşra öyküleriyle tanıdığım yazar, Su öyküsüyle örtüyü post apokaliptik olarak nitelendirebileceğimiz bir şekilde büyük bir felaketin üstüne örtmesi ile de şaşırtıcı bir sıçrama sağlamış. Kurduğu atmosferlerle bundan sonraki kitaplarında da kendime yakın yaş grubundakilere rahatlıkla hitap edeceğini düşündüğüm Demircan’dan yazmaya devam etmesinin yanı sıra belki de tek temennim bizden yirmi yaş küçük olan okurları da daha kolay sarmalayacak yakın dönemlere yaklaşması olabilir.

 

Şahide ÇÖMEZ:

İlk kitabı Kilim’den sonra Örtü adlı kitabı ile okuyucusunun karşısına çıkan Uğur Demircan, kitapta akıcı ve etkileyici üslubu ile dikkat çekiyor. İthaki Yayınları’ndan çıkan Örtü altı öyküden oluşmakta. Kitapta Örtü isimli bir öykü yok fakat öykülerin tamamı “örtme” imgesi ile örülmüş metinler. Yazarın geleneksel öykü kalıplarından çok uzaklaşmadan kaleme aldığı bu öyküler gerçekçi bir bakış açısıyla ele alındığından okuyucuda yaşanmışlık hissi uyandırıyor. Öykülerde ortak tema suçların, kusurların, yapılan yanlış tercihlerin üstünü örtmek. Bu ortaklık bilinçli ve başarılı bir kurgu üzerinde çalışıldığının en büyük kanıtı. Derinlere inildikçe çürümüşlük ve bu çürümüşlüğü örtme gayretini görüyoruz. Bu da kitaba verilen adın anlamını açıklayan bir gösterge olarak önümüzde duruyor. Bu açıdan yazarı tebrik etmek gerektiğine inanıyorum.

Öyküler büyük şehirlerde değil de kötülüklerin, çürümelerin ve sırların daha rahat boy atıp geliştiği küçük yerlerde geçiyor. Demircan, toplumsal bir durumu ortaya koyarken objektif bir tutum ortaya koymuş. Ayrıca betimleme gücü ilk kitapta olduğu gibi bu kitapta da kendini hemen belli ediyor. Mekânlar ve doğa o kadar güçlü betimlenmiş ki anlatılan gözünüzde canlanıveriyor. Dil yetkin ve diyaloglar da oldukça başarılı.

“Sabah belediyenin anonsu duyuldu evden. Okullar tatil edilmişti. Kar çok yağmıştı bu kez ve hâlâ yağıyordu. Vedalaşıp çıktı. Normalde on beş dakikalık yürüme mesafesindeyken bir saatte ancak varabildi garaja. Yollar da kaldırımlar da kapalıydı. İşe gitmeye çalışan insanların hepsi yayaydı. Tipi, yürümeye fırsat vermiyor, zemindeki karsa diz boyuna geliyordu. Garajda aldığı bilgi sürpriz olmadı aslında ama yine de canı çok sıkıldı bu habere: Antalya yolu da dahil olmak üzere tüm yollar kapalıydı. İstese Beyşehir’e bile dönemeyecekti.”(Örtü , s.33)

Sonuç olarak Demircan, yine başarılı bir kitap sunmuş okuyuculara. Üslup ve içerik açısından tatmin edici olan kitapta en çok “Sır” adlı öyküyü beğendiğimi belirterek sözlerime son veriyorum.

 

Züleyha YILMAZ:

Uğur Demircan, Yük Edebiyat dergisinin kurucularındandır. Yük Edebiyat’ta ve çeşitli dergilerde yayımlanan eserleri, yayımlanan iki kitabına doğru adımlarını oluşturmuştur. Uğur Demircan karşımıza ilk olarak “Kilim” adlı romanıyla çıkıyor.

İkinci kitabı “Örtü” adlı öykü kitabı.

Örtü, altı öyküden oluşuyor. Öykülerin teması toplumsal konular etrafında şekilleniyor.  Belki de uzun yıllar önce tartışılan “Sanat, sanat içindir. / Sanat, toplum içindir.” meselesinde, yazar bize “Sanat, toplum içindir.” demek istiyor öyküleriyle. Halkın derdini kendine dert etmiş, küçük insanların aşılmaz sorunlarıyla hemhâl olmuş yazar.

Bir röportajında “Sanat ve edebiyat yaşamın içindeki tümsekleri düzlemeye, aksak yönleri tamir etmeye yardımcı olabilmeli, en azından farkındalık yaratabilmeli.” diyor. Belki de sesi çıkmayan insanların sesi olmak isteği de taşıyor ruhundan.

Örtü’de var olan kitabın üçüncü öyküsü olan “Su” öyküsünde bir deniz kıyısındaki bir köyde yaşayan ana babasız kalmış iki kardeşin hayat mücadelesini anlatıyor yazar. Sonu hazin biten öykünün en etkili kısmı “Çok küçüktü babası denizde kaybolduğunda, yüzünü tam hatırlamıyordu ama işte bu gelen… Tabii ya, neden olmasın? Babam olmalı bu! İşte beni karşılamaya gelmiş! Baba benim Efe! Baba bak, pusulan bende! Hâlâ saklıyorum.” (Örtü, s.29)

Kar ve Kum öyküleri ise birbiriyle bağlantılı öyküler. Fakirlik ve yokluk içindeki Cevher, alacak verecek meselesi için arkadaşını yaralıyor. Ve onu öldürdüğünü düşünerek ülkeden kaçıyor. Başına öyle şeyler geliyor ki sonunda tüm yaptıklarından pişman oluyor. Ve şu iç konuşmalarıyla tüm pişmanlığını da bize haykırıyor:

“Türkiye’de kalıp teslim olsaydı sorun yaşamayacaktı bu kadar. Belki on on beş sene yatar çıkardı. Belki de nefsimüdafaa diye kurtarırdı, belli mi olurdu? Müebbet bile verseler iki gözü de sağlam kalacaktı sonuçta! Çıldırmak işten bile değildi. “(Örtü, s.43)

Taş öyküsü ise zavallı Yavuz’un kaybolmasıyla başlıyor. Yavuz’un para için eşinin ailesi tarafından nasıl öldürüldüğünü okuyoruz nefes nefese. Öykünün sonunda Yavuz’un eşi Nurhan’ın pişmanlığını görüyoruz.

“Şimdi her gece yatağında oturur vaziyette saatler geçiriyor, uyumaktan korkuyordu. Yavuz geliyordu çünkü rüyalarına. Hiçbir şey çıkmıyordu ağzından, sadece garip garip bakıyordu yüzüne. Hiçbir şeyi unutmamıştı aslında. Aynı geceyi, her gece yaşıyordu. Bu şekilde kaç gece daha geçirebilir, bilmiyordu.” (Örtü, s.67)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu