Kitap Yoranlar

YARIM KALMASIN / HATİCE GÜNDAY ŞAHMAN

Adalet TEMÜRTÜRKAN: 

Yarım kalan sevdalar, kitaplar, hevesler içimizdeki sızıdır. Kimselere söylenmeyen sırrımız, açamadığımız yaramız; için için kanayan, kabuk bağlamayan yara.  Hatice Günday Şahman’ın, Yarım Kalmasın kitabı kapağı altında birbirine emanet ettiği öykülerin her biri, diğerini tamamlıyor. Öykü kişilerinin yarım kalan hayallerinin, heveslerinin, gidenlerin ve kalanların, emanet hikâyelerin kapısını aralıyor yazar. Sonraki öykülerde, aralanan kapıdan giren meraklının biri, bazen birileri devam ettiriyor hikâyeyi, yarım kalmasın, dercesine.

Okurun ilgisini “Elden ayrı” karakterlerin dünyasına çekiyor yazar.  Düğüm öyküsünde. “Ben senin sandığın değilim, sandığındakiler benim değil… Pembe zannettiğin derimi kendi ellerimle yüzdüm… senin istediğin torunları değil kendimi doğurdum.” (s. 10) diyen Ceyda’nın kafası elden ayrı çalışır, güzelliği elden ayrıdır annesi Hayriye’nin gözünde.  Ceyda’nın sevdalanması da elden ayrı. Toplumun yerleşik aile, “fazilet” anlayışına aykırı. Kuş Balık Oldu öyküsünde, boyu uzun, yaşı kısa, aklı yaşından kısa Nazif de elden ayrıdır. Yüzü güzel, yüreği güzel, aklı kıt annesi gibi.  Kuşları, balıkları, börtü böceği, ağaçları, çiçekleri bilen Nazif’in aklı sınıfta değildir, derse odaklanamaz. Duvarların, camların ötesinde dolanır. Sınıfta başka, ana kucağı bellediği derenin kenarında başkadır. Anlatılanları sınıfta değil dere kenarında anlar Nazif. Her biri başka öyküde başkarakter olabilecek kadar ilginç karakter zengini bu kitap. İlmek İlmek öyküsündeki Yelli Güllü, elden ayrı bir annedir. Aynı evde üç ay oturamaz, sürekli ev değiştirir, mahalleden, evden uzağa gitme isteğinin bir sebebi vardır elbet. “Eşarbını çıkardı. İs kokusu dağıldı gitti saçlarından, yüreğinden. Çamurlu eğri büğrü dar sokaklar, karanlık iki odalı kondular, çocuk ağlamaları, kavrulmuş soğan kokusu, yıkanacak bulaşıklar, çamaşırlar ardında kaldı. Rabbim sanki ebemkuşağını almış da bu şehrin üstüne örtmüş diye düşündü.” (s. 97,98)

Diyeceğim odur ki, elden ayrı güzellere, kafası elden ayrı çalışanlara, yüreği elden ayrı sevenlere, elden ayrı konuşanlara dikkat çekiyor yazar.  Dereye, suya, ağaca, kuşa, börtü böceğe, aşka, hayata, paraya elden ayrı bakan kadınları, erkekleri, çocukları, anne-babaları konuşturuyor. Duygulu, duyarlı anlatımın, edebiyat ustalarının metinlerine selam niteliğinde yerinde çağrışımların öne çıktığı birbirini tamamlayan öykülere çokça emek ve zaman verilmiş, kafa yorulmuş. Alkışı hak eden öykülerin kitabı Yarım Kalmasın.

 

Berrin YÜKSEL:

Hatice GÜNDAY ŞAHMAN’ı Yarım Kalmasın ile tanıyorum. Daha ilk öyküden sarıyor beni kitap. Düğüm ile bağlanıyorum satırlara. Öykü kitapları benim için bir çırpıda okunacak kitaplar değildir. Sanırım birçoğumuz için de böyledir. Her öykü sindirilmeyi ister. Yoğun bir türdür öykü. Yutması zor bir lokma olur bazen. Ama ŞAHMAN’ın kitabı müstesna. Hem lokmaları zor yutuyor hem yemeye devam etmek istiyorsunuz iştahla. Kitap bittiğinde ise şu soruyu soruyorsunuz kendinize: Neden daha önce tanımadım Hatice GÜNDAY ŞAHMAN’ı? Ben kendime Kırmızı Etek’i ilk fırsatta okumayı salık veriyorum. Orada bizi nelerin beklediği merakı, Yarım Kalmasın’ın başarısından.

Kitapta on iki öykü var. Her biri başka başka renkte on iki öykü, sizi farklı gökkuşaklarına taşıyor. Pessoa’dan mitolojiye, Gülten AKIN’dan manilere, Haydar ERGÜLEN’den Bob DYLON’a, Cemal Süreya’dan Yalnızlık Senfonisi’ne, oradan Tutunamayanlar’a çıkıyor yolunuz. Altı çizili satırlarla doluyor bu yolculukta elinizdeki kitap. Kitabın “Ama sımsıkı tuttuğunuzu sandığınız makas, bir anlık dalgınlıkla kayar elinizden ve yanlış keser hayatınızın kumaşını.” gibi cümleleri- hayata dair saptamaları-   hep on ikiden vuruyor insan ömrünü. Sorgulatıyor inatla savunduklarınızı.  “Kendi doğrularına sarılmak eşittir yalnızlık.” diyor. Altı çizili satırlar artık birikiminize karışacak, çoğaltacak, derinleştirecek, büyütecek sizi.

Bir de altı çizili satırlar gibi kahramanları tabii. (Yazarın kahraman yaratmadaki başarısını söylemeden geçmek olmaz.) Mutahhar, Mediha, Bilge… Hele Hayriye, Adoş. Ah, hele Nazif! Onlar da altı çizili satırlar gibi bizim için artık.

Hatice GÜNDAY ŞAHMAN’ın hiçbir öyküsü yarım kalmasın. Kalmasın da bütün öyküleri bize ulaşsın. Bizde yeniden anlamlanıp çoğalsın.

Huriye EMRE:

Hatice Günday Şahman, ikinci öykü kitabı Yarım Kalmasın’a Pessoa’dan bir epigrafla başlıyor. “Sayısız insan yaşar içimizde, hissetsem de düşünsem de bilemem kim düşünür içimde kim hisseder. Düşünceler ya da hisler için yalnızca sahneyim ben. Ruhsa birden fazla var bende. Ben’se benden daha fazlası.”

Kitaba başlamadan öykülerde farklı sesler duyacağımızı müjdeliyor Şahman. Yıllarca içinde büyüttüğü karakterlere bırakıyor sahneyi. Yaşamın kıyısında gezinenler, ötelenenler, etiketlenenler, yok sayılanlar…

Şahman, bu karakterler etrafında bireysel ve toplumsal temaları ustalıkla işliyor. Kitap, karakterlerin içsel dünyalarını ve duygusal çatışmalarını işlerken, aynı zamanda toplumun dinamiklerini de sorguluyor.

Toplumsal değerler açısından Şahman, ilişkilerin ve bireylerin toplum içindeki yerini sorgularken, geleneklerin ve sosyal normların birey üzerindeki etkilerini ele alıyor. Karakterlerin yaşadığı kayıplar ve ayrılıklar, yalnızlık ve aidiyet arayışı, toplumsal baskıların bireyler üzerindeki yükünü gözler önüne seriyor. Bu bağlamda Yarım Kalmasın, okuyucuyu hem bireysel hem de toplumsal sorgulamalara yönlendiriyor.

Duygusal derinliklerin yanı sıra, kadın kimliği ve toplumsal cinsiyet rolleri gibi konular da belirgin bir şekilde işleniyor. Kadın karakterlerin yaşadığı zorluklar ve toplumsal beklentiler, Şahman’ın eserinde güçlü bir şekilde yansıtılıyor. Bu durum, okuyucuya toplumun kadınlar üzerindeki baskısını ve bunun bireysel yaşamlarını nasıl şekillendirdiğini gözler önüne seriyor.

Sonuç olarak Yarım Kalmasın hem bireysel hem de toplumsal katmanlarda derin bir etki bırakarak, okuyucuya evrensel temalar üzerinden güçlü bir anlatım sunuyor. Bu yönüyle, sadece bir edebi eser olmanın ötesine geçerek, toplumsal değerleri sorgulayan bir metin olarak öne çıkıyor. Bunun en güzel örneği kitabın en iyi öykülerinden Kuş Balık Oldu. Annesinin balık olduğunu düşünen, türlü zorbalığa maruz kalan Nazif’in HES projesi gölgesinde kalmış hikâyesini öğretmeninden dinliyoruz. Öykünün sonunda öğretmen gibi Lethe nehrinde yürümek istiyoruz. Öyküde adı geçen Lethe Nehri Yunan Mitolojisinde “unutkanlık” tanrıçası olarak biliniyor. O nehre girip suyunu içen kişilerin geçmiş yaşamlarını unuttuğuna inanılıyor. Nazif de arınmak demek. Beraber nehirde yol alırken unutuluşla arınıyoruz adeta bu öyküde. “Su dizlerime ilerleyinceye kadar ilerliyorum Lethe nehrinde. Unutmak ve acı çekmemek için. Unutmak ve yaşama devam edebilmek için.” (s.18)

 

Leylâ SERPİL:

Hatice Günday Şahman’ın dumanı tüten ikinci öykü kitabı Yarım Kalmasın’daki güzelim öyküleri okudum. Ağzımda buruk bir tat, zihnimde birbirini kovalayan, kâh öne çıkan kâh geriye düşen güzelim tümceler. Ama çok beğendiğim, altını kalın kalın çizdiğim ikisini yazmasam olmaz.

“Ayla şehvetten şefkate dönen duygularla, kendi yazdığı öyküyü sonlandırıp başkasının yazdığı öykünün satırlarına karışıyor.” (s.68)

“Babam önce keskin bıçaklarla ayırsa dışımla içimi, sonra satırla kesse kendisi gibi, ağabeyim gibi olmayan bedenimi, etlerimi dövse dövse istediği şekle girmem için, sonra beğenmediği yanlarımı kıyma makinesine soksa, kıvrım kıvrım çıksam, işe yaramaz parçalarımı atsa dükkânın önündeki itlere derdim içimden.”

Gerçekten bu paragraftaki anlatıma şapka çıkardım. Müthiş. Orada kaldım. Devam edebilmek için önce derin bir soluk aldım.

Hatice Günday Şahman’ın ilk kitabı Kırmızı Etek’ten yedi yıl sonra ortaya çıkan yeni kitabında ustaca kurgulanmış on iki öykü var. Her biri yüreğinize bir çentik atarak yerini bir diğerine bırakıyor. Ama benim favori öyküm Yürek Çentiği oldu. İlk öykü Yarım Kalmasın Hiçbir Öykü, son iki öyküyle sürpriz bir şekilde bağlanmış. Çok da hoş olmuş. Ödüllü öykü Düğüm’den söz etmesem olur mu? Hadi etmeyeyim de okura bırakayım üzerinde düşünmeyi. Hatice Günday Şahman’ın ilk kitabı Kırmızı Etek’le Yarım Kalmasın arasında yedi kocaman yıl var. Yazar dostumuz sevgili Ali Günay kitap paylaşımının altına “Bu kadar ara okura haksızlık oluyor.” diye yazmış. Katılmamak mümkün mü? Umarım üçüncü kitabında bize bu kadar haksızlık etmez sevgili Hatice Günday Şahman. Yarım kalmasın hiçbir şey. Yola devam.

Meliha YILDIRIM:

Bireysel olandan toplumsala uzanan günlük hayat içinde her gün karşılaşabileceğimiz insanlık hâllerini yansıtan Hatice Günday Şahman’ın, Yarım Kalmasın adlı kitabı on iki öyküden oluşuyor. Çeşitli kesimlerden insanların yaşadığı zorluklara, kendi içsel çatışmalarına denk geliyoruz okurken. Aynı zamanda okura düşünme ve tartışma fırsatı da sunuyor yazar. Bunları yaparken ne anlattığı kadar nasıl anlattığını da önemsiyor.

Yarım Kalmasın Hiçbir Öykü ile başlıyor kitap. Aynı zamanda en son öyküye de bir dayanak oluşturuyor. Yazar öyküler arası yaptığı bu geçişle bir üst kurmacaya ulaşırken konu bütünlüğünü de elden bırakmıyor. Böylece postmodern nitelikte sayılabilecek bir kitap ortaya çıkıyor. Özellikle Yunan Mitolojisi’ni günlük hayatın içine alan yazar, okuyucuya yaptığı küçük açıklamalarla öykü ortamından koparmadan o mitolojik kahramanı / motifi neden seçtiğini de açıklıyor. Öykülerin bazılarında yer yer bilinç akışına uzanan çoklu anlatıcı tekniğini kullanan Şahman, çıkış yolu arayan insanı hayatın gerçekliği içinden veriyor. Kitaptaki öyküler için diyebiliriz ki hayatın kırık bir aynadan gösterdikleridir bize.

 

Songül USLU:

Hatice Günday Şahman’ın Yarım Kalmasın kitabı, insan yaşamının eksik kalan anları ve yarım kalmış ilişkiler üzerine yoğun bir anlatı sunuyor bizlere. Kitapta, geçmişin izlerini taşıyan ve tamamlanmamış hikâyelerle dolu karakterler karşımıza çıkıyor. Her öyküde, bireylerin yaşamındaki boşluklar, hatırlanan ya da unutulmaya yüz tutmuş detaylar, Şahman’ın ustaca betimlemeleriyle okuyucuya sunuluyor.

Kitabın ana temasında geçmişin izleri büyük bir önem taşıyor. Şahman, “Unutulmuş zamanların parmak izleri” olarak tanımladığı geçmişi, öykülerinde ana tema olarak işler ve bireylerin bu izlerle başa çıkma çabalarını gözler önüne serer. Örneğin, bir öyküsünde babasıyla çatışmalı bir ilişkisi olan genç bir karakterin, bu durumun yarattığı psikolojik etkilerle başa çıkma mücadelesine tanık oluyoruz. Diğer bir öyküde ise, yaşamın getirdiği kayıpların izlerini arayan bir kadının hikâyesini okuruz bir perdenin arkasından.

Mitolojik göndermeler de Sahman’ın anlatılarında dikkat çeker. Yazar, Prometheus ve Sisyphos gibi mitolojik figürleri modern insanın yaşamındaki zorluklarla ilişkilendirerek, okura evrensel bir bakış açısı sunuyor. Bu mitolojik motifler, özellikle bireylerin içsel yolculuklarında ve hayatın zorluklarıyla yüzleşmelerinde önemli bir yere sahiptir.

Genel olarak, Yarım Kalmasın, derin insan ilişkileri ve geçmişle hesaplaşmaların şiirsel bir dille işlendiği, düşünmeye sevk eden bir eser olarak edebiyatseverlerin ilgisini çekiyor. Okuyuculara, insan ruhunun derinliklerinde gezinme ve unutulmuş olanla yüzleşme fırsatı sunan bu öyküler, Şahman’ın duygusal anlatımı sayesinde derin bir iz bırakıyor.

Şahide ÇÖMEZ:

Hatice Günday Şahman’ın ikinci öykü kitabı “Yarım Kalmasın” Mart 2024’te h2o Kitap’tan çıktı. Bireyselden toplumsala uzanan, günlük hayatın içinden insan manzaraları sunan kitap on iki öyküden oluşuyor. Şiirler, şarkı sözleri ve öyküler arası üst kurmaca ile zenginleşen öyküler okuyucuda duygusal etkiler bırakıyor.

Kitabın ilk öyküsü Yarım Kalmasın Hiçbir Öykü’de Terzi Mediha ve Sahaf Mutahhar’ın yarım kalmış öyküler evreninde dolaşmalarına tanık oluyoruz. Bu öykü aynı zamanda son öyküye de dayanak oluşturuyor. Yazar bu öyküden attığı ipi İlmek İlmek adlı öyküde düğümlüyor. Böylelikle üst kurmaca ile postmodern bir tekniğe ulaşmış oluyor.

Aşk temasının farklı bakış açıları ile işlendiği Düğüm, Şah Mat, Yürek Çentiği, Kabuğun Altı adlı öyküler yazarın zengin iç dünyasını ve yaratıcılığını gözler önüne seren metinler. Daha Ne Kadar, Değişen Perdeler, El İyisi adlı öyküleri ile de sosyal temalara dokunuşunu gözlemlediğimiz Günday iletişimsizlik, aile çatışmaları, güç ve iktidar konularına doğru yerden dokunup okuyucuya satır aralarında güzel mesajlar veriyor.

Kuş Balık Oldu adlı öykü, kitapta severek okuduğum öykülerin başında geliyor. Öyküde Seyhan Öğretmen’in ağzından dinlediğimiz Nazif’in yaşamına tanık oluyoruz. Aile trajedisi, toplumsal travmalar ve çevre sorunlarının işlendiği bir metin. Okurları ortak duygularda buluşturan bir öykü yazmış Günday. Yazarın bir derdi olduğunu gözler önüne seren bir öykü aynı zamanda Kuş Balık Oldu. Belki tek kusuru birçok mesajın bir araya sıkıştırılması.

Farklı teknikleri başarı ile kullanan yazar, üzerinde çalışılmış, dili ve içeriği ile yetkin bir kitap sunmuş okurlarına. Öyküseverlerin görmezden gelemeyeceği bir kitap.

 

Tarık ŞİMŞEK:

Bir kır düğünü. Hatice Günday Şahman’ın Yarım Kalmasın öykü kitabının karakterleri ve okurlarla o düğündeyiz. Düğüm öyküsündeki kadınların düğünü. Nazif de orada. Öğretmeni de. Bir türlü tutunamayan, tutunmaya çalışan Yılmaz da dayısı da olsun kız. Ne var? Öykülerde ölenler, düğünde ölmüyor ya. Yılmaz’ın dayısı tıpkı Hatice’nin masallardan, mitolojilerden, halk ezgilerinden, sızan sazı ile orada. “El iyisi”nden. Elin kötüleri de. Kaçıp gidecek olanlar da. Köklerden kopanlar. Gelsin. Düğüne. Mavilere yeşillere renklere, soralım:

“Ee, gidebildin mi bu halktan uzağa?”

Babasına bakmak zorunda kalan, abisinin işgüzarlığını sineye çeken “kötü” evladı unutmayalım. En şıngırlı küpesini taksın. “Daha ne kadar” diye bir zırıldasın ortada. Hatice’nin en sevdiğim öyküsü. Baba öleyazsa bile hâlâ sızlanan oğlu için “Daha ne kadar” diyelim. İnadına. Daha Ne Kadar. Büyük sözler edemedim belki mavilere yeşillere renklere olan öyküler için. Hatice sever ama, uyumsuz olanı, mentali geride olanı, tutunamayanı, kötü yazanı, kötü yaşayanı. El kötüleri Düğüm’ün düğünündeyiz. Bence siz de bir bakın derim öykülere. Düğünde görüşürüz.

Zeynep ŞAHİN:

Yarım Kalmasın Hatice Günday Şahman’ın ikinci öykü kitabı. Son günlerin yazarları bireyin yalnızlığı ve iç buhranıyla oyalanırken, o kimsenin cesaret edemediklerini konu etmiş. Her bir öyküsü hayat gibi!  On iki öyküden oluşan kitabına Türkiye insanını sığdırabilmiş. Düğüm öyküsü Kaos GL derneğinden ödül almış. İki lezbiyen çiftin kısa gelinlikleriyle karşılıklı oynayıp düğün etmesini davetli gibi gidip arka sıradan seyrediyoruz. El İyi’si öyküsünde bir helalleşme var. Öykülerde, romanlarda camileri görmeye alışkınız. Hatice Şahman yazılamayanı yazıp bu defa okuru cemevine götürmüş. Okurken neredeyse biz de dedenin yönlendirmesiyle dara duruyoruz.

Beni en çok Kuş Balık Oldu öyküsü çarptı. Behrengi’nin Küçük Kara Balık öyküsündeki derenin denize ulaşması geldi aklıma. Nazif Oğlan’ın deresinin denize ulaşması söz konusu olmadan HES yapıyorlardı. Çocukken okuduğum Küçük Kara Balık’ın denize ulaşma mücadelesi sırasında ölmesine de inanamamıştım. Sonunu bir daha okumuştum, bir daha… Biz büyüdük ama Küçük Kara Balık’tan bu yana dünya çok değişmemişti. Nazif Oğlan da deresini HES yapmasınlar diye “Yeni bir dona, yeni bir cana karıştı.”

 

Züleyha YILMAZ:

Yazarın ilk öykü kitabı 2017’de çıkan Kırmızı Etek’ tir.  Yarım Kalmasın ise Şahman’ın ikinci öykü kitabı.

Her öykü, duyduğumuz her hikâye, izlediğimiz her film bize sonunu merak ettirir. Aslında anlatılan olaydan çok olayın nasıl sonuçlandığıyla ilgileniriz. Mahalle arası, kapı önü sohbetleri, dedikoduları bile “Ee, sonra ne olmuş?” nidalarıyla devam eder. İşte Hatice Günday Şahman da kitabına “Yarım Kalmasın” ismini koymakla sonunu bizim tamamlamamızı istiyor belki de.

“Yarım Kalmasın” on iki öyküden oluşuyor. İlk öyküsüyle yazarın anlatım biçimi, üslubu sizi etkileyerek öykünün içine alıyor. Terzi Mediha’nın dünyasına konuk oluyorsunuz. Ustaca kurulmuş betimlemeli cümleler sizi ağırlıyor. Mediha’nın hayatta kendine bir heyecan bulmasını anlatıyor. Renkli günlerden sessiz sakin bir hayata geçmiş bir kadın. Kitaplara, öykülere sığınarak devam ediyor hayatına.

“Benimse tam tersine, kurumuş dere yatağına benzeyen hayatıma, yarım öyküleri birleştirme heyecanı can suyu olmuştu.” (s. 5)

“Kuş Balık Oldu” öyküsünde Nazif’i anlatıyor yazar. Delilik bizim dünyamızda sırlara vakıf olmuş olan, demek bir anlamda. Nazif de küçücük yaşında sırlara vakıf. Yazar Nazif’in dünyasına bizi ustalıkla alıyor. Kelimelerin gücünün farkında olan yazar bunu öykülerinde ustaca kullanıyor.

“Daha Ne Kadar” öyküsü bize bir ailenin dramını anlatıyor. Aile üyelerinin birbiriyle sınavı. Bazı olaylardan sonra evi terk eden gencin eve geri dönüşünü anlatıyor. Sonunda anne ölüyor ve ölürken de evladından kendisi yüzünden felç kalmış babasına bakmasını vasiyet ediyor. Baba ve oğulun iç konuşmaları bizim, ailenin tüm yaşadıklarına şahitlik etmemizi sağlıyor. Sonunda gencin isyanı durumun ne kadar can acıtıcı seviyede olduğunu gözler önüne seriyor.

“Öylece bırakıp banyoya gidiyorum. ‘Öl artık öl öl öl…’ diye bağırıyorum içerden ben bağırdıkça onun ahlı homurtusu daha da yükseliyor. Kazıyorum, kazıyorum, kazıyorum… Önce saçlarımı, sonra kolumdaki kırlangıcı sonra da kaydırıyorum usturayı ağzımın kenarından çeneme kadar. Ahhları kesiliyor.” (Şahman, s.40)

Yazmakla ilgili şöyle diyor yazar; “Yazılan metnin bir meselesi, bir derdi olmalı. Toplumsal koşullar ve dayatmalar, sistemin acımasız çarkı bireyde derin yaralar açıyor. Bu yaralara, çıkmazlara, sorunlara sırtımızı dönmek her koşulda mümkün olmuyor ve doğru bir yaklaşım da değil. Yaşadıklarımızı ya da diğer yaşantıları fark etmemiz, anlamlandırmamız, olayları deneyimleyen bireylerin iç dünyalarındaki yansımaları, farklı bakış açıları ışığında tekrar değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu gereklilik doğallıkla yazdığım metinlerin de ana damarını oluşturuyor.” İşte bu ifadesiyle, yaşadığımız dünyadaki sessiz çığlıklara karşı duyarsız kalmak istemediğini ifade ediyor yazar.

“Gök ve Kök” öyküsü beyin göçünü anlatıyor. Biz Batı’ya giden insanların yaşadıklarını, yaşamlarını sürdürdükleri coğrafyadan ayrılırken ne hissettiklerini bilmiyoruz. Yazar bilmediğimiz o kapıyı, orada nasıl duygusal bir karmaşa yaşandığını sade ve akıcı dille, ustalıkla anlatıyor.

Öykülerin bazılarında bilinç akışı, çoklu anlatıcı tekniğini kullanmış yazar. Öyküleri anlatırken, mitlerden, şiirlerden, filmlerden de yararlanıyor.

Aşkın, ölümün, yalnızlığın, toplumsal dayatmaların kişiler üzerinde ne tür duygusal fırtınalara sebep olduğunu görüyoruz.

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu