ÖYLE DONUK Kİ DUYGULARININ SESİ-Merve YURTSEVER
Gönlümün yetisi, ömrümün yitisi. Bitmeyen günümün mimarisi. Zamanın dönmeyişi, bugünün getirisi. Söyle bana ömrümün gerisi, gelir mi? Tüm benliğim kendimden bağımsız vaktin tozlu saliseleri içinde takılıp kalmış…
“Gün henüz yeni doğarken, heyecanla uyanmıştı o sabah. Günlerdir görmemiş gibi bir özlem kavuruyordu sanki içini. Hâlbuki akşam eve yâri bırakmıştı kendisini. Sevdasının büyüklüğü, sevildiğinin eminliğinde artıyordu her gün. Bugün çok özel bir gün demişti Ahmet’i. Onunla geçirdiği her vakit özeldi, eşsizdi hayat penceresinde. Hayatının en özel gününün en acı güne dönüşüp, tüm duygularını donduracağından habersizdi. İçi kıpır kıpır, hazırlanma telaşındaydı. Biliyordu, beklediği teklifi bugün alacaktı. Rafet El Roman’ın sesi yükseliyordu açtığı radyodan. Neşeyle eşlik ediyor “ … Ama ben seni çok, ben seni çok sevdim…” diye tüm nefesini tüketiyordu. Ellerine krem sürerken yüzüğün kendine nasıl yakışacağını hayal ediyor, hayalinde bile yüzü gülücükler saçıyordu. Nasıl bir teklif alacaktı? Çok romantik değildi Ahmet. Ama kendine özgü bir şekilde şaşırtmayı öyle güzel beceriyordu ki her defasında, hayatta heyecanla var olan Fatma için de heyecanlanmak için en güzel sebep oluyordu böylece. Merak gönlündeki coşkuyu daha da arttırıyor, eve sığamıyordu. Çoktan hazır hâlde kahvesiyle balkonda beklediği yâri, nihayet göründü beyaz arabasıyla. Fincanı mutfağa taşımak vakit kaybıydı. Öylece bıraktı, koşarak çıktı dışarı. Arabadan inen sevdiğine sımsıkı sarılmak var olduğunu hissetmekti. “ Hadi söyle artık ne yapacağız bu gün? Neden özel ki? “ sorularını art arda sıralıyordu, emniyet kemerini takarken. Onu en güzel gülümsemesiyle izleyen Ahmet:
“Bayılıyorum bu hâllerine sabret be yârim!” diyerek öptü kızaran yanaklarından. Çalan radyoyu kapattı. Fatma’sı konuşsun onun heyecandan titreyen sesine doysun istiyordu. Billur gibiydi Fatma’nın sesi. Yeni yazıldığı ehliyet kursu macera doluydu belli ki, anlata anlata bitiremiyordu. Zaten konuşacak konuları bitmezdi onun. Bitmesindi de. Ahmet, onun bu cıvıl cıvıl hâllerine vuruldu ilk anda. Ancak direksiyon sınavına bir hafta kala, aldığı derslerde hocasını biraz bıktırmışa benziyordu anlattıklarına bakılırsa. Konuşurken kırmızı ışığı geç fark edişi, sinyal vermeyi beşinci kez unutunca hocasının “Yeter!” diye isyan edişi ve tüm bunları doğal bir neşeyle anlatan Fatma’sı kesinlikle Ahmet’in gülümseme sebebiydi. Bir konudan başka bir konuya geçmekse en basit meseleydi sevdiceği için. Evet, bu da ayrı bir gülümseme nedeni. Direksiyon dersinden rüyalar âlemine geçiyor Fatma. Gece gördüğü rüyayı anlatan yârine doyamayan Ahmet’in gülümseyen yüzünü, tutmayan frenler soldurdu. Hızlı karar vermek zorunda olduğunun farkındalığıyla döndü kıyamadığı Fatma’sına. “Ayrılmak zorundayız bir tanem.” sözleri döküldü dilinden. Fatma’nın şok haline geçişi o anda başladı. Kemerini hızla çözen sevdiği onu arabadan aşağı itti. Ne olduğunu anlayamayışı, duvara çarpan arabanın patlayışıyla daha da anlamsızlaştı. Evlenme teklifi beklerken sevdiğinin onu terk ettiğini söylemesi tüm bilincini o ana kilitledi. Usulca kalktı yerden. Ateş topuna döndü sırtını, yürüdü öylece. Neler olduğunun idrakinde değildi. O ayrıldığını duyduğu ana takılıp kalmıştı. Sevdiğinin, onu hayatından nasıl fırlatıp attığını anlayamayarak yürüdü. Ta ki yârinin evinin önüne gelince durabildi. Konuşacak ve ondan ayrılamayacağını anlatacaktı. Zaten neden ayrıldığını da anlamamıştı.”
Kabullerin reddi beni sana getirdi. Ayaklarım kalbimden aldığı komutla kapında. Elim sevildiğini bildiği günlerin hatırına uzanıyor zile. Zil çalıyor ağır çekimde. Açılmayan kapı üstüme gelmekte. Otursam eşiğinde gün boyu öylece… Ayakkabıların kapının önünde. Seyre dalsam sen diye onları, geçer mi zaman? Gelir mi yârim bana geri? Umutsuzluğun içindeki umudum kahkaha sebebi. Fakat öyle donuk ki duygularımın sesi…
Anıları sığınak yapmak istiyorum. Seni beklerken bir umut geçer zaman diye. Kapının önünde kollarım sarılmış kendime. Acı öyle sinmiş ki içime, güzel günler canlanamıyor gözümde. Yine de bir umut işte. Zaman geçsin diye. Tanışma anımızın heyecanı sarmalasın etrafımı dileğiyle, düşüyorum düşlerin peşine. Oysa renkleri solmuş hayallerimin. Yokluğunu bağırıyor her seferinde…
Apartmanın giriş kapısı açılıyor. Sesi… Her zamanki gibi kulaklarımızı tırmalayan gıcırtısıyla. Gelenin sen olma ihtimali en güzel melodi gibi bu kez bana. Yaklaşan adım sesleri kalp ritmimle aynı tıkırtıda. Ağır aksak merdivenden çıkan üst komşun nefesimin yetersiz olduğu kanaatinde “ İyi misin? “ diyor, bir telaşede. Sesimde donmuş zamanla birlikte. Konuşamıyorum gücüm yok kimseye gidişini söylemeye. Ayrılıyorum oradan. Giriş kapısının önüne çıkıyorum. Komşunun gidişini bekliyorum bir süre… Süresiz bir bekleyiş kendi içimde… İdraklerim beni terk etmiş, sen gibi. Hatıralarım oturmuyor yerine. Bir beni ne kadar çok sevdiğini unutmuyorum, bir de ayrıldığımızı söyleyip bir yük gibi fırlatışını. Önü, arkası boşluk beynimde. Tekrar yöneliyorum daire kapısına. Silikleşen hafızam göz kırpıyor uzaktan. Yedek anahtar parıldıyor paspasın altından. Hızlanan adımlarımla kapıyorum anahtarı, altın bulmuş gibi, sevincim görülmeye değer ki… Bırakıp gitmeseydin tabii. İsterdin benim bu hâlimi seyretmeyi. Sahi neden terk ettin ki böyle severken sen beni ve de ben seni deli gibi?.. Ellerim titrek, açıyorum kapıyı. Korkak adımlarla giriyorum içeri. Sanırım içeride olup da bana kapıyı açmama ihtimalin varmış, itiraf edemediğim duygularımda. Derin bir nefes aldırıyor yokluğun, geleceğinin bilincine sarılıyorum…
Girişteki aynaya yapışan görüntüme takılıyor gözlerim. Üstüm başım toz içinde. Düştüm mü acaba gelirken bir yerlerde? Hatırlayamıyorum… Bitsin artık şu gün. Gün dönsün geceye. Gece getirir elbet seni yine. Zaman hızla aksın, benden gittiğin gün hayatımda donmasın. “ Bitsin artık şu gün! “ diye diye voltalıyorum evin içinde. Mutfak ilişiyor gözüme. Birikmiş birkaç bulaşık, oyalanmak adına bahane. İnce ince yıkıyorum hepsini. Kurulayıp kaldırıyorum dolaptaki yerlerine. “Senin yerin de benim yanım, gel artık.” diye diye. Balkona çıkışım, yolda seni görebilme umudum. Gördüğümse asılı çamaşırlarından ibaret sadece. Ben asmıştım onları da iki gün önce. “ Ahhh, sevdiceğim unutmuşsun yine!” söylenmelerimle topluyorum seve seve. Onları da katlayıp kaldırıyorum yerine. İki gömleğin var ütülüyorum elbette. Tüm işler bitiyor da gün bitmiyor beklemekle…
Biraz televizyon açayım diye uzandığım kumanda, haber kanalında takılıyor senin fotoğrafını görünce. “ Olay yerinde hayatını yitiren Ahmet Bey’in kız arkadaşını arama çalışmaları devam ediyor.”
” Beynindeki acı boşluk haykırıyor sanki. Görüntüler bir bir düşüyor hafızasına. Kaza anı, kayıp giden arabadan kendi düşüşü, sevgilisinin patlayan arabada kalışı… ”
Bu da neydi şimdi…
“Uyudum ve bir kâbus gördüm sanrısıyla ısrarla çalan kapıyı açmaya gidişi… Arada dudaklarından kopan çığlıkların sebebi…”
Bu neydi şimdi?..
Onca insan neden doluştu içeri? Sevgilim gelecek şimdi. Gitseler ya!.. Benim ona ihtiyacım var. Barışacaktık biz. Bitse ya şu gün artık! Hepsi fısır fısır… Ne oluyor bıraksınlar beni artık. Ne kapının sesi duruyor, ne gelen giden eksiliyor ne gün bitiyor ne sen geliyorsun… Bu hayatta bitmeyen bir gün varmış. O da bana kalmış gibi, duruyorum ortada.
Bir ağlama sesi kopuyor koridordan. İçimden de bir şeyler kopuyor. Annen karşıdan bana bakıyor. Şimdi sırası mı? Seni bekliyorum ben. Neden herkes geldi birden? Fısıltılar doluşuyor yine. Birisi yanaşıyor “Su ister misin?” diye. Annenin elinde peçete yanıma gelmiş gözlerimi silmeye. Ağladım galiba farkında değilim de… Gitseler bir, sen gelsen dinecek gözyaşlarım. Gitmelerini beklediklerime yenileri ekleniyor.
Neler oluyor? “ Başın sağ olsun.” dedi bana. Ne hakla?.. Hepsini kovacağım şimdi ama. Deli bunlar, deli! Hepsi aklını yitirmiş belli. Sen ölmüşsün, öyle konuşuyorlar ileri geri…
“Akıl hastanesinin koridorlarında, o günde takılı kalmış tekrar tekrar yaşıyor Fatma. Bekliyor sevdiğinin geleceği günü yana yana.”