Öykü

İNCİL, YEMENİ VE ELENİ-Ahmet SEMERCİ

Sabah namazını kılmış henüz selam veriyordum ki hızlı hızlı kapımızın tokmağı vuruldu. Belli ki işi acele olan biri kapıdaydı. Hemen koştum. Bir de ne göreyim?.. Kunduracı Niko amcanın kızı Eleni iki gözü iki çeşme ağlıyor, nefes nefese kalmış bir şekilde bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.

– “Kuzum Esma şimdi biz gidoruz buralardan. İstedim seni göreyim gitmeden. Gün gelecek sen beni özleyeceksin, ben seni özleyeceğim. İstedim sana bir hediye vereyim. Geçmedi şimdi elime değerli bir şey. O yüzden benim için değerli olanı veririm sana. Al bunu, benden hatıra. Ha bir de özlersen beni koklayasın bu bezimi.” dedi ve elindeki siyah kalın kitapla, başındaki yemenisini ağlayarak bana uzattı. Şaşkınlıkla ve ağlayarak kucaklaştık aceleyle.

Ne olduğunu anlamıştım şimdi. Arkadaşım Eleni, Niko amca ve diğerleri gidiyorlardı. Geldikleri gibi olmasa da gidiyorlardı. Önceleri komşumuzdu onlar. Çok da güzel İtalyan işi iskarpin yapardı babası. Hem de en sağlamından. Geçen Ramazan Bayramı hediye etmişlerdi bana da kırmızılı beyazlı potinlerimi.

Sonra, onların askerleri geldi işgal ettiler bizim köyü. Her tarafı doldurdular bayraklarıyla, çıkamaz olduk sokağa. Göremez oldum Eleni’yi eskisi gibi. O zaman öğrendim Eleni’nin düşmanımız olduğunu. “Bizden size zarar gelmez be kuzum, biz komşuyuz sizinle!” derdi hep bana Niko amca.

Ama şimdi, ya şimdi?..

Eleni, benim arkadaşım olmuş, ona kanaviçeyi, danteli, Türk işini ben öğretmişim. Onun bana öğrettiği mekik oyasından çeyizler yapmışız. Yaşayıp gitmişiz hep birlikte.

İşgal ettiğinde Yunan ordusu buraları, köy meydanında topladılar erkeklerimizi. Herkesin “Zito (Yaşa) Venizelos” diye süngü zoruyla bağırtıldığı bir zamanda, “Kato (Kahrol)Venizelos” diye bağırdığı için Yunan askerinin dipçik darbeleriyle yere düşen ve otuz iki gün gözünü açamayan babam için, elbette sevinç günüydü bugün. Babam, Berber Kadir onların yüzünden Deli Kadir olmuştu herkesin dilinde o günden sonra.

Evet, şimdi düşmanlar kaçıyordu buralardan. Ama benim için öyle mi ya!.. Çocukluk arkadaşım Eleni gidiyordu, yalnız düşmanımız değil! Onlar zaten bizimleydi. Biz onları kabullenmiştik; onlar bizi kabullenmişti, askerleri gelene dek.

Kalın kitabı kucakladım, Eleni’nin kokusunun sindiği yemeniyi aldım, içeriye girdim. Annem şaşkınlıkla seyrediyordu beni. Oturdum; ağladım, ağladım.

Elenin gidişine mi, artık özgürüz diye mi, yoksa bir dostluğun bitişine mi ağladım, hâlâ bilmiyorum.

Babam “Ver bakayım o kitabı” dedi, verdim istemeye istemeye. Aldı, besmeleyle kalın sayfasını çevirdi kitabın. Dikkatlice süzdü: Bu İncil yahu, dedi.

Evet, bu İncil’di ve Eleni kendisi için değerli olan üç şeyi vermişti bana: İncilini, yemenisini, düşman sayılmamıza rağmen dostluğunu.

O günlere dair gözümde canlanan üç şey var şimdi: İncil, yemeni ve dostum Eleni…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu