İnceleme

BASTIRILMIŞ DUYGULARIN İTİRAFI-Başak AKÇAY

Franz Kafka’nın Babaya Mektup ve Oğuz Atay’ın Babama Mektup adlı eserleri yazarların içsel, dışsal ve baba-oğul çatışmaları açısından benzerlik ve farklılıklar içerir. Her iki yazarın da mektupları yerine ulaşamadı. Çünkü Kafka’nın annesi mektubu babasına vermemişti ve Atay babası öldükten sonra yazmıştı. Modernist ve Postmodernist yazarlar olarak varoluşsal bir bunalımdan muzdaripler. Her ikisi de mektuplarının otobiyografik ve kurgusal yönlerini bir nevi itiraf yoluyla yansıtır ancak babalarına hitap biçimleri ve hayata bakışları farklıdır.
Baba-oğul çatışması her iki mektupta da öne çıkan konulardan biridir. Kafka ve babası arasındaki mesafe ilişkilerinde olan karşıt düşüncelerden dolayıdır. “Seninle asla açık konuşmadım, […] işle ve senin diğer sorunlarınla ilgilenmedim, fabrikayı başına sardım […]” (Kafka, 16) Baba Hermann Kafka, onu her zaman “kayıtsızlıkla” suçluyor ve kınıyordu. Ancak Kafka, onun aksine babasını haklı buluyordu. “Doğru bulduğum tek nokta birbirimize yabancılaşmamız konusunda senin tümüyle suçsuz olduğuna benim de inanıyor olmam. Ama tıpkı senin gibi, ben de tümüyle suçsuzum.” (Kafka, 16) Bu suçlamaların sürekli devam edeceğini ve babasının hatasını kabul etmeyeceğini biliyordu. “Senin bunu kabullenmeni sağlayabilseydim eğer, o zaman – diyelim yeni bir hayat mümkün olmazdı belki, […] bitmek bilmeyen suçlamaların sona ermezdi, ancak bir yumuşama olabilirdi. […]” (Kafka, 16). Yani Kafka bu konuda hem babasını hem de kendini suçluyordu.
Atay ve babası arasında da kuşak farkı vardı ve birbirlerini anlamıyorlardı. “Galiba biz, babacığım, birbirimizi hep böyle anlamadan sevdik […] bu satırları benim hissettiğim şekilde anladığından şüpheliyim. […]” (Atay, 174). Kafka gibi, Atay yalnızca babasını değil, kendisini de suçlu buluyordu. “Oysa yıllar önce, bazı zamanlar, sen olmasaydın birçok şey yapabileceğimi düşünürdüm. Şimdi artık suçun kendimde olduğunu görmek zorundayım.” (Atay, 171) Her iki mektupta da baba figürü ile kendi kendini kınama vardır.
Kafka’nın babası otoriter bir kişiliktir ve Kafka’nın hayatı bir dış güç olarak babası tarafından şekillendirilir. Çocukluğunda babasından “su isteme” travmasını hatırlar: “Birkaç sert tehdit fayda etmeyince, beni yatağımdan almış, sahanlığa taşımış ve geceliğimle kapalı kapının önünde kısa bir süre yapayalnız bırakmıştın.” (Kafka,19) Babasının bu tutumu yetişkin Kafka üzerinde olumsuz bir etki bırakır: “Bu olay içimde bir tahribata yol açtı. Yıllar sonra bile, o dev adamın, babamın, en yüksek merciin neredeyse hiçbir neden olmaksızın geleceğini ve gece yarısı beni yatağımdan çıkarıp sahanlığa taşıyacağını, yani onun gözünde böylesi bir hiç olduğumu düşünerek azap çektim.” (Kafka, 19). Babasının acımasızlığından dolayı hâlâ devam eden hiçlik duygusuna da atıfta bulunuyor. Baba figürü acımasız bir kral gibiydi, Kafka ve diğer aile üyelerini gücünü kötüye kullanarak yönetirdi. “Koltuğundan dünyayı yönetirdin. Senin fikrin doğruydu, başka her fikir deli saçmasıydı […]” (Kafka, 21) . Kafka aynı zamanda babasını “dayattığı davranış kurallarına bizzat kendi uymadığı için” eleştirirdi. Ancak ilişkileri sadece nefret değil, aynı zamanda biraz da olsa sevgi içerir: “Hayatın boyunca çok çalıştın, her şeyi çocukların, özellikle de benim için feda ettin.” (Kafka, 15). Hermann Kafka’nın da bir paradoks içinde olduğunu anlayabiliriz bu sözlerle. Atay ve babası arasındaki ilişki de sorunluydu ama Kafka ve babasınınkinden daha az. Kafka gibi o da ikilemdeydi: “Kendini çok beğendiğin hâlde kusurlarını bilmediğin gibi meziyetlerinin de farkına varmadın. Genellikle huysuz ve bencil göründün.” (Atay, 176). Aynı şekilde, Atay da babasının koyduğu kurallara kendisinin uymadığından şikâyet ediyordu: “ Geceleri geç geliyorsun gibi yıllarca önce söylenmiş olması gereken sözlerle beni tedirgin ederdin. […] Sen de yıllarca önce bazı işlerini bahane ederek büyük şehre gidip bizi günlerce yalnız bırakmaz mıydın?” (Atay, 179). Yazarların problemlere karşı reaksiyonları Kafka’nın daha karamsar olması açısından ayrılıyordu. Kafka ve Atay, oğulun babaya karşı nefret ve intikam duygusuna sahip olduğu ve anne tarafından korunduğu Oedipal çatışma fikrini de paylaşır. Kafka, babasına karşı annesi tarafından korunurdu. “Annem beni yalnızca senden gizli koruyordu, bana gizlice bir şey veriyor, bir izin çıkarıyordu […]. (Kafka, 33). Atay ise mektubunda direkt olarak şunları söyler: “[…] ‘Oğlum sende Oedipus kompleksi var mı?’ diye sorsaydın ne karşılık vereceğimi bilemezdim sanıyorum.” (Atay, 182). Bir başka açıdan babasıyla olan çatışması hayatına yön veriyordu. “Birlikte yaşadığımız günlerde, bütün beğenilerim sana karşı duyduğum tepkilerle oluştu.” (Atay,176). Her ikisi de bir içsel çatışma olarak varoluşsal bir bunalıma sahipti ancak Atay dili daha alaycı bir biçimde kullanır. Baba-oğul arasındaki ilişki, babanın toplumsal bir otorite ya da dış güç olarak tahakküm kurmasının neden olduğu kimlik krizine, zayıflık ve güvensizlik duygusuna dönüşür. Kafka, tüm insanlığın paylaştığı “ortak çaresizliğimizin sezgisi ” olarak yalnızca bireysel değil bir tür evrensel güvensizliğe işaret eder. (Kafka, 26). Evliliğindeki başarısızlığı, babasının üzerindeki olumsuz etkilerinin de sebep olduğu öz güven eksiliğinden kaynaklanmaktadır: “Tüm olumsuz güçler de, yani zayıflık, öz güven yoksunluğu, suçluluk bilinci de, neredeyse öfkeyle birleşiyor ve evlilikle benim arama tam anlamıyla bir zincir çekiyordu.” (Kafka, 55) Harita imgesi aracılığıyla, babasının neredeyse her yere nüfuz ettiğini ve yalnızca “ulaşabileceği mesafenin dışındaki bölgelerde” yaşayabileceğini, bunların da pek fazla ve huzurlu olmadığını betimler. (Kafka, 63). Mektubun sonunda, Kafka hayalî bir yanıt yazar ve babasının etkisiyle şekillenen ilişkilerini bir yandan kendini suçlama yoluyla anlamlandırmaya çalışır. Atay da içsel ve dışsal çatışmaların etkisiyle hayata karşı varoluşsal bir uyum arar. Sosyal değişimlerden dolayı babasının onu anlayamadığına değinir ve şöyle der : “[…] yani benim gibi ‘zıt kuvvetlerin muhassalası’ olmadığın için belki de bu yazdıklarımı biraz karışık bulacaksın. Aslında karışıklık içimdedir.” (Atay, 174). O da modernist değişimler yüzünden bölünmüşlük ve yerini yadırgama duygularını tam anlamıyla yaşar: “… ben bütün bunları düşündüğüm halde yerimi bulamadım.”
Sonuç olarak, Kafka ve Atay babaları ile olan ilişkilerini toplumsal otorite, varoluşsal kaygı, güvensizlik duygusu ve suçlama gibi kavramlar üzerinden işlerler. Her iki mektup da benzer konuları farklı tonlarda yansıtır. Bastırılmış duygularını yetişkinlik dönemlerinin bir olgunluk göstergesi olarak şekillendiren baba figürüyle ifade edebilmek her iki yazar için de büyük bir fırsattır.

KAYNAKLAR
Kafka, Franz (2015). Babaya Mektup, (Haz. Şebnem Sunar), İstanbul: Can Sanat Yayınları.
Atay, Oğuz (2002). Korkuyu Beklerken, İstanbul: İletişim Yayınları.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu