Özge Okumalar

SUSULUP SÖYLENMEYENLER-Ayşe AY

Mehmet Fırat PÜRSELİM’in “LEDLİ ZAMAN HİKȂYESİ” Üzerine

“LEDLİ ZAMAN HİKȂYESİ” Mehmet Fırat PÜRSELİM’in Kasım 2020’de İthaki Yayınları tarafından yayımlanan öykü kitabı SAKARMEKE’nin ikinci öyküsüdür.

“LEDLİ ZAMAN HİKȂYESİ” distopik bir öyküdür. Öykünün adında kullanılan her üç kelime de okura öykü hakkında ipucu verir. “Zaman” sözcüğü ile bir dönemin anlatılacağını, “led” sözcüğü ile de “ışık” kavramının bir metafor olarak kullanılacağını anlarız. “Hikâye” sözcüğü ise öyküyü distopik zemine taşıyan bir ipucudur. Anlatıyı masalsılaştırıp gerçeklikten uzaklaştırır.

Başlığın hemen altındaki epigraf ile başlar öykü:

“Geceleri aydınlık gitgide büyüyordu…”

Okur; öyküye, yarı ölgün ışıkları ile yarısı yanmayan sokak lambalarının kaldırılıp apartmanlar arasına gerilen tellere güçlü ışık yayan led lambalarının asılmasıyla adımını atar.

Toplumun çoğunluğu gibi öykü kişimiz de başlangıçta bu durumdan memnuniyet duyar. Ancak bir müddet sonra yolunu dahi bilmediği hâlde geçenden on, geçmeyenden yirmi lira alınan Deli Dumrul Köprüsü’nde olduğu gibi ledli sokak lambaları için de maaşından kesinti yapıldığını öğrenince kendince tedbir alır. “Sokak Aydınlatması” için maaşından yapılan ’luk kesintiyi telafi edebilmek amacıyla önce salonun ışığını yakmamaya başlar. Televizyonun ışığı ile idare eder. Hayatındaki bu değişiklik ona yeni bir alışkanlık kazandırır. Artık o, televizyonu değil ledli lambaların aydınlattığı sokağı ve komşularının kendisi gibi sokaktaki ışıktan istifade etmek amacıyla kalın perdeleri açmalarından yararlanarak onların evlerinin içini gözetlemeye başlar. Kendi evinin de onlar tarafından izlendiğinin farkındadır.

Sokaktaki ledli lambaların sayısı giderek artar. Artık geceler de gündüzler gibi aydınlıktır. Öykü kişisi, uyku problemi yaşadığı için komşularının hayatlarını izlemek onun için cazibesinin yitirmiştir artık. Sokağın aydınlığı nedeniyle uykusu sürekli bölünür.

Öykü kişimiz, yatağını ışığın daha az rahatsız edeceğini düşündüğü küçük odaya taşır, hiç sevmediği hâlde ılık süt içmeye başlar. Zamanla süte bal, muz, vanilya gibi ilaveler yapar. Hiçbiri çözüm olmaz. Ayran içer, farklı bitki çayları dener, alkol kullanmaya başalar.

Yalnız yaşayan, bir devlet bankasında çalışan öykü kişimiz, her geçen gün uykusuzluk nedeniyle bankada yarı şuursuz olarak çalışır. Hatalar yapmaya başlar. Para yatıran müşteriler, kendileri de aynı durumda oldukları için bu durumu anlayışla karşılarlar. Hatta öykü kişisi, dünyanın bir ucundaki bir hesaptan memleketin bir ucunda yaşayan, ömründe dolar görmemiş yaşlı bir kadının hesabına para aktarır.

Sokaktaki ledli lamba sayısının giderek artması ile faturalara yansıyan oran da artar. Önce ’ye sonra 0’a çıkar. Öykü kişisinin bu durumun telafisi adına aldığı tedbirler de artar. Artık evdeki lambaları hiç yakmaz. Kapıların karşısına ayna asarak sokak lambalarının ışığını içeri yansıtmaya çalışır.

Uyku süreleri sokaktaki ledli lamba sayısı ile ters orantılı olarak azalır. Toplumun tamamında görülen uyku sorununu çözmek amacıyla ilkin, devlet fabrikalarında üretilen ışık geçirmez, kalın, koyu renkli, kadife perdeler üretilir. Bunlar kapış kapış alındığı için karaborsaya düşer. Öykü kişimiz de Üretim Bakanlığı’nda çalışan bir uzak akrabasını araya sokarak bu perdelerden edinebilir. Perdeler uyku sorununa kısa süreli bir çözüm getirir. Fakat Makbul Vatandaşlar İnisiyatifi adlı toplumsal hareketin sokaklarda başlattığı “PERDELERİM AÇIK, DEVLETİMDEN GİZLİM SAKLIM YOK!”  kampanyası kalın perdeleri yakma, hatta kalın perde kullanan vatandaşların evlerinin pencerelerini taşlama eylemi sonucunda devlet, kalın, koyu renk perdeleri yasaklar. Kullananlara hapis cezası uygulaması getirir.

Toplumsal düzen giderek sarsılmaya başlar. Doğum oranlarındaki şiddetli düşüş nedeniyle perde yasağı esnetilir. Doğurganlık yaşındaki ailelerin açık renkli, kalın perdeler kullanmalarına izin verilir.

İnsanların gündüzleri iş verimliliğini artırmak, geceleri de rahat uyumalarını sağlamak amacıyla devlet vatandaşlarına deriden yapılmış, siyah “at gözlükleri” dağıtmaya başlar, ücretsiz olarak.

Öykü kişisinin çalıştığı devlet bankasının müdürü bu durumu şöyle açıklar:

“Devletimizin uykusuzluk problemine karşı geliştirdiği yüzde yüz yerli ve milli üretim gözlükleri takmak zorunlu değil ama mecburi!” (Pürselim,20)

Gündüzleri insanların etrafını görmesi nedeniyle verimliliğinin düşmesini engelleyecek olan bu at gözlükleri, geceleri de gözlerin üzerinde sabitlenerek insanların rahatça uyuyabilmelerinin sağlayacak şekilde tasarlanmıştır.

Öykü kişimiz gözlüğü ilk taktığı andaki hislerini şöyle ifade eder:

“Söylediği gibi derilerle gözlerimi kapattım. Gerçekten de ışığın zerresi bile sızmıyordu. O an kendimi dolap beygiri gibi hissettim.  Karanlıktı ve yürüyordum. Boynumdan bir yere bağlıydım. Adım attıkça bağlı olduğum şeyi de peşimden çekiyordum. Yürüdükçe dolapların suya girmesinin, çıkmasının ve boşalmasının sesini duyuyordum. Ne kadar uzaklaşırsam uzaklaşayım kuyumu da beraberimde götürüyor gibiydim. Su sesi yerini insana bırakınca kafamı iki yana sallayarak uyandım.” (Pürselim,20)

O anda bankadaki mesai arkadaşlarından bazılarının “Ben at değilim, insanım!”  haykırışları ile at gözlüklerini yere fırlattıklarını duyar. Ancak gözünde at gözlükleri takılı olduğu için yalnızca karşısındaki bilgisayar ekranını görebilmekte, bu duruma isyan eden arkadaşlarının kimler olduğunu bilmemektedir.

Öykü kişimiz, öğle arasında at gözlüğünü çıkarmaya yeltendiğinde banka müdürü buna engel olur. “Hani zorunlu değildi…” itirazına banka müdürü “Ama mecburi!” diyerek cevap verir. Bunun üzerine öykü kişisi at gözlüğünü masanın üzerine bırakarak bankadan çıkar. Evine gider. Artık sokaklarda bütün apartmanların arasına ledli lambalar takılmıştır ve bu lambalar gündüz vakitlerinde de yanmaktadır. Öykü kişisi de toplumdaki diğer insanlar gibi gündüzle geceyi karıştırmaktadır artık. Devlet yirmi dört saatlik sistemden on iki saatlik sisteme geçer. Amaç, enerji tasarrufu sağlamaktır. Gündüzleri bile aşırı aydınlıktan güneşi göremez “ beyaz körlük” denilen bir durum yaşar.

Ardından KGS ( Kişisel Gün Sistemi) denilen yeni bir sistem uygulanmaya başlanır. Başta insanların hoşuna gider. Ama diğer insanlar gibi öykü kişimiz de gece gündüz ayrımı yapamamaktadır artık. On beş gün kadar sonra bankadaki işine son verildiğine dair bir ihtarname gelir. Ardından da ödeyemediği borç ihtarnameleri akın eder. Uyuyabilmek için yeniden alkole sığınır. O da fayda etmeyince uyku ilaçları, sakinleştiriciler kullanır.

Bu arada toplum genelinde at gözlüğü takanların gözlerinde deri ile temastan dolayı yaralar çıkar ve bazı insanlar kör olur. Yapılan antibiyotikli tedavi de kör olan insanlardan bazılarının ölümüne yol açar.

Öykü kişimiz ise ne yaparsa yapsın derin ve dinlendirici bir uykuya dalamaz. Bu arada gündüzleri zihnini az da olsa toparlayabildiği zamanlarda yazı yazmaya başlar.

Belediye, toplumda öykü kişimiz gibi artan işsizlere erzak kolileri dağıtır. Ancak işsizlerin artışı ile kolinin içindeki erzaklar giderek azalmaya başlar. Öykü kişisinin evinde borç ve icra belgeleri yığılır. Hatta su, doğalgaz, elektrik tamamen kesilir. Ev sahibi tahliye kararı aldırır. O ise gelen postacıya artık kapıyı açmamaya başlar. Sürekli icra belgelerini getiren postacı at gözlüğü nedeniyle kör kaldıktan sonra seslere karşı hassasiyet kazandığı için öykü kişisinin nefes alıp verişlerini dahi duyar ve ona evde olduğunu bildiğini haykırarak kapıyı açması için ısrar eder.

Uykusuzluk sürecinin ilerleyen aşamalarında alkol de yeterli olmayınca uyuşturucu kullanmaya başlar öykü kişisi pek çok kişi gibi. Sokakları saran uyuşturucu satıcıları rahat rahat evlere girip para olmadığı için eşyaları götürerek bunun karşılığında birkaç gram uyuşturucu bırakırlar. Göz alıcı bir beyazlık vardır etrafta yalnızca. Sanrılar görür. Kapıyı belediyenin küçücük kalan yardım kolisini almak dışında açmaz. Vitaminsizlikten dişleri dökülmeye başlar. Evde eşya kalmadığı için uyuşturucu satıcıları da eve gelmez.

Belediyenin kapıya bıraktığı son kolide iki parça malzeme vardır: bir gözlük, bir de yüksek aydınlatma özelliğine sahip ledli ampul. Sonunda baskı, evlerin içine dahi girmiştir.

Öykü kişisi öykünün sonunda kitaplığına koşar. Ancak torbacılar kitaplığını ve kitaplarının önemli bir kısmını da götürmüştür. Yerde kalan kitapların içinden bir dönem gazetelerden aldığı bir ansiklopediden “ Güneş “ maddesini okur: “ Sonsuz ısı ve ışık kaynağı”

Sonunda huzur içinde gözlerini kapatır.

Ledli Zaman Hikâyesi hem distopik hem de ironik bir öyküdür. Öykü kişimiz toplumun ortalama, tipik bir ferdidir. “Kitap okumayı bırakalıysa uzun zaman olmuştu.” der öykünün başında. Ama yaşadığı sürecin sonunda artık açlıktan ölme noktasına geldiğinde kitaplığına ve kitaplarına koşar. Ama onları da uyuyabilmek için uyuşturucu aldığı kişiler götürmüştür. Hatta öykü kişisinin öykünün sonlarına doğru gündüzleri ayılabildiği ender zamanlarda yazmaya bile başladığını görüyoruz. Ancak artık çok geçtir.

Öykü kişisi öykünün genelinde uysal, kurallara uyan bir vatandaştır. Hiçbir şeye itiraz etmez. Bankadaki işini bırakması bir isyana, itiraza değil uykusuzluğun neden olduğu bilinçsizliğe ve çaresizliğe dayanır. O, toplumun geneli gibi akıbetini sakin ve itirazsız biçimde bekler.

Öyküde sıkça kullanılan “at gözlüğü, körlük, uyuşturucu, kitap, kitaplık” kavramları öyküyü derinleştiren kavramlardır. Ledli lambaların yaydığı ışık da toplum üzerindeki baskıdır aslında.

Mehmet Fırat PÜRSELİM’in çizdiği, kötü olmanın ötesinde korkunç toplumsal düzen, devletin aldığı kararların bazı toplum kesimlerince desteklenmesi ve toplumun diğer kesiminin kayda değer bir itirazda bulunmaması nedeniyle şartlarını giderek ağırlaştırarak devam eder. Toplumun geneli at gözlüğünü; gözlerini, görme yetisini kaybetme pahasına kabullenmiştir. Verimliliği arttırıp enerji tasarrufu sağlamaya dönük uygulama, bu baskı, insanın dayanamayacağı boyutlara ulaşır.

Çaresiz, umutsuz, okumayan, sorgulamayan, her şeyi olduğu gibi kabul eden fertleri nedeniyle toplumsal düzen çöküşe gider. Alkol, uyuşturucu bağımlılığı sokaklarda görülen başka ahlaki zaaflar ledli sokak lambalarının neden olduğu uykusuzluğun sonuçlarıdır.

Toplumsal duyarlılığı yüksek bir kalem olan Mehmet Fırat PÜRSELİM, bu distopik ve ironik öyküsü ile bizlere susulup söylenmeyenleri haykırmıştır. Susan, söylemeyen, tartışmayan toplumları hatırlatmıştır okura.

Pürselim, Mehmet Fırat (2020). Sakarmeke, İstanbul: İthaki Yayınları.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu