Özge Okumalar

MAİ VE SİYAH’IN DERİNLİKLERİNDEN “DERİN KAZIN” ÖYKÜSÜNE-Ayşe AY

TOMRİS UYAR’IN İKBAL’İ

1950 Kuşağı öykücülerinden Tomris UYAR, 1941-2003 yılları arasında yayımlanan on bir öykü kitabı ve bundan daha önemlisi kurgu, atmosfer ve karakter kurma gibi öyküye ilişkin hemen her hayati noktada gösterdiği başarı ile Türk edebiyatında öykü türünün en başarılı yazarlarındandır.

“ÖDEŞMELER VE ŞAHMERAN HİKÂYESİ” adlı kitabı 1973 yılında, Sinan Yayınları tarafından yayımlanmıştır ilk olarak. Birbirine bağlı öyküleri de ayrı ayrı saydığımızda toplam ön üç öyküden oluşur kitap. Çözümlemesini yapacağımız “DERİN KAZIN” adlı öykü, kitapta “EPTALİKOS ÜÇLÜSÜ” başlığı altında yayımlanan birbirine bağlı üç öykünün ikincisidir. İlki KÖPEK GEZDİRİCİLERİ, ikincisi DERİN KAZIN, üçüncüsü de “SAĞLAR” öyküsüdür. Bu üç öykünün en belirgin ortak noktası her şeyden önce öykülerdeki bazı öykü kişilerinin Eptalikos müdavimi oluşlarıdır. Her üç öyküde de Eptalikos’a gidip çay içen, içmeyi planlayan bir öykü kişisi vardır. Bu üçlüye adını veren Eptalikos, 1970’li yıllar ve öncesinde Taksim’de pek çok ünlü yazar, şair ve sanatçının da buluşma noktası olan “Eftalikus” adıyla da anılan dönemin meşhur bir kahvehanesidir muhtemelen. KÖPEK GEZDİRİCİLERİ, DERİN KAZIN ve SAĞLAR adlı öyküleri birbirine ilintili kılan yalnız öykü kişilerinin Eptalikos’ta çay içmeleri yahut oraya dayanan tanışıklıkları değildir yalnızca. Hayatları da doğrudan ya da dolaylı olarak kesişir. Birinci öykü ile üçüncü öykünün bağlanma noktası çok açık bir şekilde verilmiştir. KÖPEK GEZDİRİCİLERİ’ndeki Muharrem, Eptalikos’ta tanıştığı üçüncü öykünün başkarakteri Nihat Bey’e, üç aydır İstanbul’da bir otelde kalan Mısır Prensi Halim Şevki’nin köpeklerini gezdirdiğini, aslında doğru düzgün bir işi olmadığını söyleyemediği için evkaftan emekli olduğunu ifade ederek yalan söylemiş olur. Üçüncü öykü olan SAĞLAR, tamamen Nihat Bey’in Eptalikos’ta oturup etrafı gözlemlerken kendi hayatını, geçmişini ve “an”ı düşünmesine dayanır. Birinci öykü ile ikinci öykünün “Eptalikos kahvehanesi” dışındaki bağlantısı çok açık değildir. Yalnız KÖPEK GEZDİRİCİLERİ öyküsünün anlatıcı öykü kişisi Muharrem, Pazar günü ikindi vakti parkta Prens’in köpeklerini gezdirirken bir ağacın altında “kaçamak” bir şekilde olduğunu tahmin ettiği bir buluşmaya şahit olur. Bu buluşmanın tarafları olan genç kadınla delikanlıyı anlattığı paragrafa bakılırsa onların DERİN KAZIN öyküsündeki İkbal ile gizli sevgilisi genç adamı anımsattıkları görülür. Bunun dışında İkbal ile genç sevgilisinin buluşma vaktinin Muharrem’in bahsettiği vakte, Pazar günü ikindi vaktine denk gelmesi de bu bağlantı ihtimalini güçlendirir. Ancak dediğimiz gibi bu durum açık ve kesin olarak verilmiş değildir öyküde.

Üçlünün ilk öyküsü KÖPEK GEZDİRİCİLERİ’nde Muharrem’in gözünden; baharın sonu yazın başlangıcı sayılacak günlerden birinde, bir pazar günü ikindi vakti İstanbul’u izleriz. O, kendi penceresinden bakınca geçim sıkıntısı yaşadığı için yaptığı asıl işe ilave olarak varlıklı ailelerin köpeklerini belirli bir ücret karşılığında parklarda gezdiren komiler, bahçıvanlar, kapıcılar, garsonlar görür. Öykünün genelinden kendisinin köpek gezdirmek dışında bir iş yapmadığı anlaşılır. Eptalikos’ta tanıştığı Nihat Bey’e yaptığı işten utandığı için evkaftan emekli olduğunu söylediğini görürüz. Muharrem, mutsuzdur. İçinde bir sıkıntı olduğunu söyler. Öykünün sonunda Nihat Bey’e doğruyu söylemeye karar verdiğini belirtir. Tomris UYAR’ın İPEK VE BAKIR adlı öykü kitabında yer alan ve belki en çok bilinen öyküsü olan “ÇİÇEK DİRİLTİCİLERİ’nin çocuk karakteri Şükrüye’nin ilk kez gördüğü ve çiçekçilik yaptığı anlaşılan dedesine “Demek siz çiçek dirilticisisiniz?”(UYAR,17) demesiyle çocukça bir meslek adı ortaya koymasına benzer şekilde KÖPEK GEZDİRİCİLERİ öyküsünde de Muharrem, hayat şartlarının dar gelirli insanları zorlaması sonucu ortaya çıkmış olan, literatürde yer almayan ama hayatın akışı içinde var olan bu isimsiz işe, bir isim bulur: köpek gezdiriciliği.

“Garip bir bağ var bu köpeklerle aramda. Aynı tasmayı bölüşüyoruz.” (UYAR,160) der. Mısır’da devletçe topraklarına el konulmasına rağmen İstanbul’da üç aydır bir otelde lüks içinde konaklayabilen Prens Halim Şevki’nin yaşantısı ile kendi sıkıntılarını yan yana koyunca mutsuzluğu daha da artar.

Çözümlemesini yaptığımız DERİN KAZIN öyküsünde anne babalarının olmadığı anlaşılan iki kardeşin hikâyesi anlatılır. İkbal, eşinin vefatından sonra iki çocuğuna bakabilmek ve erkek kardeşini okutabilmek için bedenini satmaktadır. Anlatıcı öykü kişimiz, İkbal’in bedenini satarak üniversitede okuttuğu erkek kardeşidir. Öykünün adı “Mezarımı derin kazın, dar olsun.” türküsüne gönderme yaptığı için okuyucu, daha öykünün adını okur okumaz öyküde bir ölüm gerçekleşeceğini tahmin eder. Öykünün “Sabah, yeni uyanmış, yıkanmış, dünkü kirlerinden arınmış bir orospuydu; taze, umutlu, bekleyen.” (UYAR,161) şeklindeki ilk cümlesi de öyküde bedenini satan bir kadın olacağı izlenimi uyandırır.

Öfkesi elinde birikmiş, eniştesine bir tokat indirmek üzere hızla yokuştan inen birini anlatır üçüncü şahıs anlatıcı. Öykü kişisi, eniştesinin yıllar evvel ölerek “sorumluluklarından kaytardığı”nı düşünür. Çok öfkelidir. Kime olduğunu bilmez. Ama ölmüş eniştesini aklından geçirmesi onu öfkelendiren durumun ablası ile ilgili olduğunu sezdirir. “O pis yokuş” dediği yokuştan inişi de alelade bir iniş değildir. Anlatıcı Halit Ziya UŞAKLIGİL’in MAİ VE SİYAH romanının başkahramanı Ahmet Cemil’i anarak öyküyü derinleştirir bir anda. Öykü birden, Halit Ziya UŞAKLIGİL’in MAİ VE SİYAH romanını da içine alarak bir anafor gibi çoğalır, büyür. Okur, bu cümleden itibaren bu iki metin arasında birtakım benzerlikler olacağını tahmin eder. Nitekim de yanılmaz. MAİ VE SİYAH’ta Ahmet Cemil’in Babıâli Caddesi’nde karşılaştığı, kız kardeşinin ölümüne sebep olan eniştesine attığı tokat gelir akla. Bütün hayal kırıklıklarının hıncıyla eniştesine attığı “Bu tokat…” (UŞAKLIGİL,278) Ahmet Cemil’i bir nebze rahatlatır. Fakat, DERİN KAZIN’daki erkek kardeşin tokat atabileceği, öfkesini boşaltabileceği hiç kimse yoktur. Eniştesi yıllar önce ölmüştür. Onun ve ablasının başına gelenlerden bizzat hayatın kendisi sorumludur adeta. 1897’de tefrika edilen MAİ VE SİYAH’ın Ahmet Cemil’i de DERİN KAZIN öyküsünün başkarakteri de genç yaşında babasız kalarak geçim sıkıntısı yaşayan İstanbul’da Beyoğlu başta olmak üzere aynı mekânlarda farklı zamanlarda var olmuş iki gençtir. Tomris UYAR’ın öyküde bedenini satan ve hayatını kaybeden kadın karaktere İkbal adını vermesi de tesadüf değildir. MAİ VE SİYAH’taki Ahmet Cemil’in, eniştesi tarafından tekmelenerek önce bebeğini kaybeden sonra da ölen kız kardeşinin adı da İkbal’dir. DERİN KAZIN öyküsünün kadın karakteri olan İkbal de sevdiği erkek tarafından boğularak öldürülür. Fakat bütün bu benzerliklere rağmen DERİN KAZIN’daki İkbal’in erkek kardeşi MAİ VE SİYAH’ın Ahmet Cemil’inden önemli bir noktada farklıdır. Ahmet Cemil, on dokuz yaşında babasını kaybedince okulunu bırakıp annesinin ve kız kardeşi İkbal’in geçimini sağlamaya çalışır. Kız kardeşi İkbal’in, mutlu olup rahat edeceği düşüncesi ile matbaanın ortaklarından birinin oğluyla evlenmesine tam olarak içine sinmese de sessiz kalır. Ama bütün fedakârlıklarına rağmen kız kardeşinin şiddet görerek hayatını kaybetmesine mani olamaz. UYAR, öyküsünde erkek öykü kişisine Ahmet Cemil’in denemediği yolu, tahsilini devam ettirmeyi denetmiştir adeta. Öykü kişisi okulunu bırakıp çalışmayı, ablasını yaşadığı çirkeften kurtarmayı hiç düşünmemiştir. Onun da bu kötü durumda bir vazifesi vardır:

Ben, onu yaşadığı çirkefin ortasında buldum. Öyle ki, çevresindeki pisliği, bulaşıklığı temizlemek, ‘Dur!’ demek bile gelmedi aklıma. Hep böyle süregelmişti çünkü, ben ortalarda bir yerde katılmıştım, böyle sürebilirdi. Ablam para veriyordu fakülteye gitmem için, hiçbir eksiğim yoktu. Karşılığında çocukları Park’a falan götürüyordum, gezdiriyordum. O, evde erkeklerle yatarken (aslında ne tuhaf, hep tek erkek olurdu İkbal’in hayatında) bulunmasınlar, bozmasınlar diye.” (UYAR,162)

Çevrenin de bu durumdan haberdar olduğunu öykü kişisinin sezgilerinden anlarız. Öykü kişisi çevredekiler, mahalledekiler tarafından bir erkek olarak görülmediğini düşünmekte ve bunu kabullenmektedir. Bu yüzden öykü kişimiz, ablası İkbal’i boğarak öldüren delikanlıya kızmak şöyle dursun ona ablasını yaşadığı kirli hayattan kurtardığı için, kendisinin yapması gerektiği hâlde yapamadığı bir şeyi yapmayı başardığı için minnet duymaktadır:

“Düşünüyorum da o delikanlı (İkbal’i boğan oğlan) son yükü de aldı üstümden. Bana düşen son ödevi, İkbal’i tek ve son kere kurtarmayı üstlendi.’ Nasıl iyi yüzlü, yumuşak bir delikanlı, anlatamam.’ dedi komiser. Kendi gidip teslim olmuş. ‘söyleyecek birşey yok,’ demiş ‘ben boğdum ellerimle.

Nasıl seviyormuş İkbal’i kimbilir… Benden bile çok. Kurtarabildiğine göre. İkbal’in gizlemesinden belli; yaşadığı yalnızlıktan, o acayip mutsuzluğumuzdan, çocuklarından, benden bile ayrı koymasından, ayrı tutmak istemesinden belli.” (UYAR,164)

Öykü kişimize göre ablası İkbal, başına gelen bütün talihsizliklere rağmen yaşama sevincini yitirmeyen, çok güçlü, fedakâr bir kadındır.  Çok iyi bir abladır. Çok iyi bir annedir. Bir gün kardeşine “İnsanın, başka birine verebileceği en ufak şey bedenidir.” der.

Öykü kişimiz de onun için şu ifadeleri kullanır:

“ İkbal, satıldığı, itilip kakıldığı, horlandığı köşede bile mutluydu kendince. Baskın çıkacağını bilirdi ondan. Başka bir yasaya inanırdı; kendi başına yetiştirirdi mutluluğunu, serpiltir, göğsünde taşırdı sonra.” (UYAR,163)

Bazen çaresizlik gözyaşlarıyla krizler geçirse de genel olarak güçlüdür İkbal. Yapması gerektiğine inandığı şeyi yapar. “Çocuklar hep temiz, sağlam, gürbüz kaldılar.” (UYAR,164) der öykü kişimiz. İkbal, çocuklarını yaşadığı kirli hayatın uzağında tutmayı başarsa da kendisi farkında olmadan tükenmiştir. Öykü kişimiz İkbal’in ölümünün bir cinayet değil, intihar olduğunu düşünür. O, ablasını kendisinden daha çok sevdiğine inandığı delikanlının İkbal’i boğduğu anı şöyle hayal eder:

“ Her çiçeğin, her dalın kokusunu ve rengini gizli gizli ilettiği bir Pazar gecesiydi. Çimenler ıslaktı. İkbal, ayışığı durulaştığında ya da sabahın serini inerken, kimbilir kaç kere seviştikten sonra o diri bitkinlikte vermiştir kararını… ‘ Vur,’ demiştir sonra, ‘bitsin artık. N’olur!’

Delikanlı, önce ellerini öpmüştür onun, beyaz boynunu okşamış, dirseklerini tutup güç vermiştir. Sonra gözlerini yumup… Yasa baştan eksik olunca. Düzeltilebilir hiçbir şey kalmayınca.” (UYAR,164)

Pazar günü ikindi vakti başlayan ve yıkanıp bir gün önceki kirlerinden arınmış bir pazartesi sabahı defnedilen İkbal, erkek kardeşine göre hakikatini yalnız iki kişinin bildiği -kendisi ve ablası İkbal –bir hikâyenin zavallı olduğu kadar güçlü kahramanıdır.

“Toprak yaza giriyor. İkbal’in kanıyla beslenip.” der erkek kardeşi. İkbal’in kanından beslenen toprakta kıpkırmızı, herkesi hayran bırakacak bir gelincik büyüyeceğine inanır. Çünkü İkbal, hayat verir daima. Erkek kardeşi içinden insanlara, topluma “Derin kazalım çukuru, dar olsun.” diye haykırır.

“İlkin fakülteyi bırakmalı. Bir işe girmeli. Sonra oğlanı bulmalı cezaevinde, konuşmalı. Çocukları paylaşırız. Birlikte büyütürüz. Yeni olurlar.” (UYAR,165) şeklinde uç noktada bir cümleyle biter öykü.

İkbal’in ölümünün toplumdaki yankılarını ise Eptalikos Üçlüsü’nün “SAĞLAR” adlı üçüncü öyküsünde görürüz. Bu, zaten öykünün adından da anlaşılmaktadır. İkbal’in ardından sağ kalanlar, yani toplum İkbal’in varlığını, yaşamını pazartesi günü bütün gazetelerin manşetine düşen cinayet haberiyle öğrenir. “SAĞLAR” öyküsünün başkarakteri Nihat Bey Eptalikos’ta çay içerken okuduğu gazetede görür haberi. Başlangıçta İkbal’in haberini görünce “Peki yavrum.”, “Peki kızım.” diyerek kabullenir, bu genç kadının zamansız ve yakışıksız ölümünü. Hep bir kız çocuğu olmasını istemiştir. Kendi durağan hayatını ve evliliğini, anlaşamadığı oğlunu düşünür. Fotoğraftaki kadını itinalı, güzel, yumuşak, kediler gibi sokulgan bulur. Öte yandan kendisi senelerce çalıştığı devlet dairesinde rüşvet, adam kayırma gibi bir yığın yolsuzluğa, haksızlığa ailesinin geçimini sağlayabilmek için sessiz kalmıştır. Kendine kızmaktadır. İkbal’i öldüren delikanlıyı, kötülüğe “dur” dediği için bir yanıyla da için için takdir eder.

Bazı gazeteler İkbal’in ölümünü “HUNHAR BİR AŞK CİNAYETİ” olarak verirken bazıları “SU TESTİSİ SU YOLUNDA KIRILIR!” diyerek verir. Nihat Bey çevredeki insanların bu habere tepkilerini gözlemler. Kiminin tiksintiyle okuduğunu, kiminin kızına ibret olsun diye İkbal’i ve onu öldüren delikanlıyı parmağı ile gösterdiğini düşünür.

Sonuçta Nihat Bey’e göre “Sağlar” yani toplum, İkbal’e şunu yapacaktır:

“Bu gazeteler kesekâğıdı olacak bir-iki gün sonra, öyle sürecek. Kasap çengellerine, kanlı butların, kolların arasına iliştirilecek. Şişeci eğilip toplayacak onları kapı önlerinden, Şişelerin üstüne atacak, torbaya. Bir öğrenci harçlığıyla aldığı caneriklerini yıkayacak ders arasında, kâğıdı musluğa tutacak; genç kadının yüzü silinecek o zaman, eriyecek, musluğun dibine çöküp koyu, çamur renkli bir leke olacak. Bir bakkalın önünde, bir çöp tenekesinin dibinde, yağ birikintileri, balık kılçıkları, meyve çürükleri, sebze sapları, sigara izmaritleri arasında bu delikanlının yüzü dürüstçe, açıkça ışıyacak. Pisliğe karşı direnerek. Bitirdiği için çirkefi –elleriyle.” (UYAR,174-175)

Tomris UYAR, DERİN KAZIN öyküsünde yoksulluğun, çaresizliğin kirlettiği ve bir gün aniden hayatın dışına attığı, toplumca önemsiz, bazen de “ibretlik” görülen insanları yine başarılı bir kurgu ile anlatır. Tomris UYAR öykülerinin en önemli özelliklerinden bir diğeri de öykü atmosferinin daha öykünün başlarında olaylarla bütünleşecek bir kusursuzlukta sağlanmış olmasıdır. DERİN KAZIN öyküsünde UYAR,  Eptalikos Üçlüsü’nün parçası olması dolayısıyla atmosfer kurmak için önemli bir çaba göstermez. Zira bu üçlünün atmosferi üçlünün, birinci ve üçüncü öykülerinde kurulmuştur. Öyle ki KÖPEK GEZDİRİCİLERİ’nde alelade bir parkta öykü kişisinin gözünden kısa kısa cümlelerle, birkaç paragrafta bütün bir İstanbul’u görürüz. Park’ın önündeki otel inşaatının, bir süre sonra parkın deniz manzarasını kapatıp o dar gelirli, aslında toplumun çoğunluğunu oluşturan insanların zaten son derece sınırlı olan lükslerinden birini daha ellerinden alacağını dahi anlarız bir tek cümleyle. İnsanı, kendi şartları içinde kusurları, meziyetleri, mecburiyetleri ile anlatabilme, Tomris UYAR öykücülüğünün en önemli başarısıdır ve DERİN KAZIN’da zirve noktalardan birine ulaşmıştır. UYAR’ın şaşırtıcı gözlem gücü ve “insan” hassasiyeti bu öyküde üst seviyede görülür.

Uşaklıgil, Halid Ziya (2021). Mai ve Siyah, İstanbul: Kapra Yayıncılık.

Uyar, Tomris (2021). Bütün Öyküleri, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu